zartoşt yazar profili

zartoşt kapak fotoğrafı
zartoşt profil fotoğrafı
rozet
karma: 8303 tanım: 1440 başlık: 279 takipçi: 58
VATANIM RUY-İ ZEMİN, MİLLETİM NEV-İ BEŞER

son tanımları | başucu eserleri


gılgamış destanı

"derinliği yeryüzünün temelini gören. her şeyde hikmetli olan. derinliği yeryüzünün temelini gören gılgamış. her şeyde hikmetli olan. o, her şeyin bütün hikmetini öğrendi. o, sırrı gördü ve gizli olanı keşfetti. tufandan önceye ait bir haber getirdi. uzak bir yoldan geldi, yorgundu fakat dinlendi. yaptığı bütün işlerini bir toprak levhaya işledi."

binlerce yıl öncesinden gelen bu büyülü sözler hala daha tıpkı bir hayalet gibi dolaşıyor aramızda. gılgamış'ı diğer destanlar arasında önemli kılan şey yalnızca tarihsel derinliği değil aynı zamanda mana derinliğidir. ölümün çaresine dair arayışımız gılgamış'tan ve hatta onun atalarından beridir zamandan ve mekandan münezzeh olarak devam ediyor. gılgamış'a yönelik mistik merakımızın temelinde kendimizi onunla özdeşleştirdiğimiz hakikati saklı. tıpkı onun gibi kibirli yaşantımıza tokat gibi çarpan ölüm hakikatine savaş açıyor ve tıpkı onun gibi her defasında mağlup oluyoruz. gerçi gılgamış'ın bugün bile hala konuşuluyor olması onun uğruna yıllarını verdiği bu yolculuğun boşa olmadığını gösteriyor gibi.

not: kürşat demirci hocanın gılgamış okumaları gerçekten bir hazine gibi. izlemek isteyenler için buradan.
devamını gör...

evrimsel psikoloji

kendisine yönelik eleştirilerin temelini bazı durumlarda karşısında cevapsız kalmasından ya da aksi kanıtlanmış yanlış cevaplar vermesinden çok her şeye cevap verebilmesi sorununda kaynaklanan psikolojik yaklaşım türü. çok sık verilen bir örnek bu durumu çok güzel özetliyor.
mesela siz bir evrimci psikoloğa gittiniz ve ona erkeklerin kadınlara göre neden daha fazla tek gecelik ilişkiyi kabul ettiğini sordunuz. evrimci psikolog muhtemelen size bunun çok normal olduğunu söylerdi. çünkü 1 erkek 1 yıl içinde binlerce çocuğu olabilirken 1 kadının 1 yıl içinde (ikiz ve üçüzleri saymazsak) tek bir çocuğu olabilir. bundan dolayı erkekler daha fazla kadınla birlikte olma eğilimi taşırken, kadınlar yıl içinde 1 kere sahip oldukları üreme şansını henüz tanımadıkları ve çocuklarına sahip çıkıp çıkmayacağı meçhul olan bir erkekler harcamayacaktır.
daha sonrasında yaptığınız araştırma aslında durumun tam tersini gösterdiğini gördünüz. buna göre kadınlar tek gecelik ilişkiyi erkeklere oranla daha fazla arzuluyor. aynı evrimci psikoloğa gidip bu durumun neden böyle olduğunu sorsanız evrimci psikoloğun cevabı bunun doğal olduğu şeklinde olur. bu araştırmanın da ortaya çıkardığı üzere der psikolog kadınlar tek gecelik ilişkiyi erkeklere oranla daha çok arzular. zira erkeklerin aksine kadınlar bu ilişkiden doğacak muhtemel çocuğun kendisine ait olduğundan emindir. bunun için kimden çocuk yapmış, 1 gün içinde kaç erkekle birlikte olmuş olursa olsun çocuk kendisine aittir. erkek ise bu kesinlikten epey uzaktır. 1 erkek kaç kadınla beraber olursa olsun hiç bir çocuğun kendisine ait olduğundan emin olamaz. emin olmadığı çocukların bakımını üstlense kendisine ait olmama ihtimali olan bir çocuk için enerji harcamış olacak. yok eğer umursamasa bu durumda içlerinde kendisine ait bir çocuk var ise bu çocuğunda doğal durum halinde babasız hayatta kalma ihtimali epey düşüktür. bu yüzden 1 erkeğin temel motivasyonu kaç kadınla birlikte olursa olsun tüm bu kadınların cinselliği üzerinde tahakküm kurup onun "iffetinden" emin olmak.

görüldüğü üzere araştırma sonucunuz ne olursa olsun evrimci psikoloğun vereceği bir cevap oluyor. o halde evrimci bakış hakikati bulmaktan çok iddianıza doğru olsun veya olmasın dayanak olmak üzere kullanılıyor.

not; bu yazı evrimsel psikolojik kurama dair bir yazıdır. evrim teorisinin doğrudan psikolojiye uygulanmasının sonucu olarak ortaya çıkan kurama yönelik eleştiri evrim teorisine yönelik bir eleştiri değildir. evrim bilimsel bir hakikattir.
devamını gör...

bataklık arapları

ırak'ın güneyinde, basra körfezine yakın yerde yaşayan ve sümerlerin torunu oldukları iddia edilen halktır. tevrat'ta tasvir edilen cennet bahçesi olduğu düşünülen bölgede yaşayan ve ana dilleri arapça olsa dahi antik sümer dilinden kelimeleri hala daha günlük hayatlarında kullanan bu halk özellikle saddam'ın ve şimdilerde barajların bir sonucu olarak bölgeyi terk edip yok olmanın eşiğinde geldi. yaşadıkları yer ve yerden kaynaklı ev modelleri çok ilginç. bu sebeple orta doğu'nun venedik'i bile deniyor bölge için.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yazarların yazdıkları ilk şiir

bir kavak yükselir göklere
kökü sarar ayak uçlarımı
ben buraya yattım yatalı
beslerim etimle kemiğimle

peki ne alırım karşılığında?
asılıyım ha düştü ha düşecek yaprağında
kardeşlerim çiçek isteyin elma isteyin
vermez ise kökünden kesin

o ben değil ben o değilim
susuz ışıksız geçer günlerim
temizleyin yaprakları üzerimden
yeniden görmek isterim güneşi yeniden


babamla beraber dedemin mezarına gitmiştik henüz ben 14 yaşındayken. çeşmeye epey uzak olan mezara ıkına sıkıla getirdiğim bir bidon suyu babam dedemin mezarının dibindeki ağaca bir anda dökünce epey sinirlendim. yahu o kadar ağaç var hepsine dökecek değiliz ya ne gerek vardı suyu buraya dökmeye diye söylendim. babam bu diğer ağaçlardan değil dedenin ağacı dedi. nasıl yani dedem mi dikti bunu buraya deyince babam gülerek hayır, deden öldüğü gün ben diktim bunu buraya dedi. cahilliğimi bildiğinden ben daha nedenini sormaya fırsat bulamadan açıklamaya başladı bunun bir çeşit adet olduğunu. ölen kişinin yanına ağaç dikmek epey eskiye giden, nedenini benim de bilmediğim bir adettir dedi.

mezardan eve gelene kadar nedeni üzerine düşündüm. belki doğru belki yanlış kendimce ulaştığım sonuç bunun animistik dönemden kalma bir gelenek olduğu şeklindeydi. buna göre ölen kişilerin ruhları yanlarına dikilen ağaca geçecek ve böylece yaşamaya devam edeceklerdi.
insanın yaşama karşı duyduğu platonik aşkın yakıcılığı ölesiye rahatsız etti beni. hayatımda hiç tanıma fırsatı bulmadığım bu adama, yani dedeme karşı derin bir merhamet duygusu gelişti yüreğimde. sanki ben bu mutlak kaderi yaşamayacakmışım gibi ölümlü insanların hayatlarının son demlerinde dahi yaşama tutunma çabalarının göz yaşartıcı etkisiyle kavruldum. insanın bir ağaç olarak bile olsa yaşama arzusu ve bu arzusunun dahi yerine gelmeyecek olmasının gerçekliği karşısında yaşadığım dehşet belki de bana kendimi ilk defa yaşıyor olduğumu hissettiren duygu olmuştu.

toyca yazılmış, uyak ve ahenk gibi şiir sanatının temel öğelerini hunharca bozmuş olan bu şiir her ne kadar estetik bir ilgi uyandırmasa da benim için hep etkileyici olarak kalacak.
devamını gör...

tanrı yoksa varlık nasıl ve neden var sorunsalı

yokluk nasıl ve neden yoksa aynı sebepten diye kendimce cevap verebileceğim sorunsaldır.
devamını gör...

psikanaliz

freud tarafından amacı "insanları normal olarak mutsuz olabilmeleri için nevrotik mutsuzluklarından kurtarmak" olarak açıklanmıştır. ya da başka bi tanımıyla insanları mutlu etmek değil mutsuzluklarıyla yaşamayı öğrenmelerini sağlamaktır.
devamını gör...

tanrı yoksa her şey mübahtır

dostoyevski'nin meşhur karamazov kardeşler adlı kitabında kullandığı meşhur sözdür. tanrının yokluğunda insanın her türlü ahlaki değerden yoksun oluşunu belirtmek için kullanmıştır. hala daha pek çok teist tarafından bi argüman olarak kullanılıyor.

ben bu satırları tam da onların okuduğu gibi okudum ama hiç onlar gibi bişeye yorumlamadım. demek istediğim evet bende tanrısız bi dünyada yaptıklarımızı üzerinde sınayabileceğimiz bi şaşmaz genel-geçer ahlaki değerler yok. peki ama bunu neden kendi değerlerimizi yaratmak için kullanmıyoruz anlamıyorum. neden ahlakımız cennet arzusuna veyahut cehennem korkusuyla şekillenmek zorunda? insan öldürmenin yukarıda bizi gözetleyen biri olduğu için değil de empati kurabildiğimiz için yanlış olması mümkün değil mi?
devamını gör...

aktrollerle oktrollerin kardeş olduğu gerçeği

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

beyaz torosların o dönemin siha'ları olması

siyasi yazılar yazmayacağım diyerek döndüm sözlüğe ama gerçekten pek mümkün olmuyor bazen. öncelikle baştan cevap vereyim hayır arkadaşlar aynı şey değil. sihalar bir askeri araçtır, beyaz toroslar ise devletin pkk ile yürüttüğü mücadele yönteminin bi sembolü. siz bu yöntemi destekleyebilirsiniz elbette ama önce lütfen yazdığımı okuyun.

beyaz torosların temsil ettiği yöntem eleştirildiğinde bunu emin olun yalnızca kürtleri düşünerek yapmıyorum. beyaz torosları kimler kullandı biliyor musunuz? mesela sahada fotoğrafı gösterilen yeşil kod adlı mahmut yıldırımın sadece tek bi ses kaydı vardır ve o kayıtta haraç istiyor. siz onların bu işi vatan için yaptığını mı zannediyorsunuz? doğuda terör estirmeleri karşılığında haraç ve uyuşturucu ticaretinden gelir elde ettiklerini bile bile bu insanları nasıl destekliyorsunuz gerçekten anlamıyorum. pkk ile mücadele etti diye seviyorsunuz. peki pkk'dan niçin nefret ediyorsunuz? asker öldürdükleri için değil mi? peki bi bakın bakalım albay kazım çillioğlu'nu kim öldürmüş. ya madem vatan sevdalısısınız albay katili adamı nasıl savunabiliyosunuz.

ama ben biliyorum nedenini. bunun kürt düşmanlığıyla da alakası yok. siz o insanlar gibi "havalı", "sorgulanamaz", "güçlü", ve "maskülen" olmak istiyorsunuz. eğer az biraz siyaset ve tarih bilginiz olsaydı cem ersever ile onun katilin fotoğraflarını yan yana asmazdınız zaten. kimseyi kandırmayın siz yalnızca tüm benliğinize işlemiş şiddet arzunuzu "meşru" yollarla saçmak istiyorsunuz.
devamını gör...

cehennem

daha önce de tanım girdiğim başlıktır, okumak için #2446603.

hem yazıyı fazla uzatıp sıkıcı yapmamak hem de birbirlerinden bağımsız okunabilecek iki kısma ayırarak daha anlaşılabilir kılmak için yazımı kısa kestim. bu tanımda ise farklı bi yandan bakmak istiyorum cehennem konseptine.

cehennem konsepti, özgür irade üzerinden rasyonalize edilir. buna göre tanrı yapmakta özgür olan kullarını seçimleri üzerinden yargılar. bi önceki tanımda yargılamanın meşru olmadığını iddia ettiğim için bu sefer o noktaya değinmeyeceğim. burada temel sorun tanrının özgür irade iddiasının pek hakikati yansıtmaması. örneğin modern hukuk, uygulandığı halkın temel adalet duygusu üzerinden şekillenir. kimi ülkelerde kurumsal binalarda peçe yasağı varken kimi ülkelerde ise peçe zorunluluğu vardır. bunlar toplumun genelinin ahlak ve adalet duygusu üzerinden şekillenir. ama az önce de söylediğim gibi mevcut hukuk yasaları konusunda herkes fikir birliği içerisinde olmak zorunda değildir. bu yüzden anayasa değişikliğine gidiyoruz kimi zaman. bunun yanında modern devletler vatandaşlarına mevcut anayasayı beğenmiyorlarsa uyrukluktan çıkma hakkı tanır. yani içine doğduğunuz toplumun yasa ve kurallarına uymak istemiyorsanız pek ala başka bi ülkenin vatandaşlığını alarak artık o ülkenin toplumunun yasalarına göre hayatınıza devam edebilirsiniz. uyruklarına bu tarz haklar tanımayan kuzey kore gibi ülkeleri de bu yüzden tiranlık olarak tanımlıyoruz.

işte yukarıda gösterdiğim özgür irade üzerinden şekillenen saygın modern hukuktur. buna karşın tanrı uyruklarına tabii olmak zorunda olacakları yasaları şart koşarken onlara sormaz. bugün tabii olduğumuz yasalar bizim güvenliğimize karşı özgürlüğümüzden feragat ederek tasdik ettiğimiz toplumsal sözleşmenin bi sonucu olarak vardır. biz yasaların var olmasını istediğimiz için onlar varlar. buna karşın tanrı bizim ondan gelecek kuralları isteyip istemediğimizi sormaz. o halde tanrı bu davranışıyla işgalci bi komutan gibi davranarak irademizi yok sayar.


ikinci faktör ise tanrının yasaların içeriğini bizim arzularımıza göre şekillendirmemesidir. yasalarını insanların farklı kültürel ve çevresel faktörlerini hesap ederek kurmaz. yalnızca dayatma söz konusudur. kuran bunu "size zor geldiği halde savaş üzerinize farz kılındı. hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. yalnız allah bilir, siz bilmezsiniz." şeklinde açıklayarak bireyin tanrısal hikmeti kavrayamayacağından sessizce biat etmesini salık verir. bugün mevcut modern hukuk uygulandıkları toplumların adalet anlayışlarına göre şekillendirilir. abd'de uygulanan jüri sistemin bu durumun sonucudur. ancak tanrı adeta bi diktatör gibi yasaları ona uymakla yükümlü olanların ekseriyetinin adalet duygusu üzerinden değil kendi arzu ve istekleri doğrultusunda şekillendirir.

üçüncü sorun ise uyrukluktan çıkmakta yatmaktadır. yukarıda değindiğim gibi bugün başka ülkenin yasaları kabul ederse içine doğduğumuz toplumun vatandaşlığından çıkıp başka ülkenin vatandaşlığına geçebiliriz. zira değindiğim ülkelerin yasaları her ne kadar ekseriyetin adalet duygusu üzerinden şekillense dahi her zaman istisnalar, yani içine doğduğu toplumun ahlak ve adalet duygusu ile çatışma yaşayan bireyler var olabilir. ancak tanrısal irade bu cüz-i arzuyu dahi reddetmektedir. her bir kul tanrının yasalarına göre hayatını şekillendirmek zorundadır ve bundan kaçamaz. intiharın bütün dinlerde çok büyük bi günah sayılmasının altında yatan sebeplerden biri de budur. tanrı, tıpkı kuzey kore tiranlığında olduğu gibi uyruklarına zorunluluktan başka bişey sunmuyor.


sonuç olarak tanrı bizim irademiz dışında geliştirdiği kanunları gene irademiz dışında bize dayatır ve bu dayatmadan kurtuluş yolu sunmaz. buna göre tanrı sizi, sizin iradeniz dışında yaratmış, size sizin iradeniz dışında namaz kılmayı şart koşmuş ve size bu namaz kılma zorunluluğuna uymaktan başka hiç bi yol sunmamış. aslında bi yol daha var diyor tanrı o da cehennem. orada da kendi irademiz dışında sonsuza kadar yanacağız. ancak sorarsanız özgür iradenin sonucu olarak dersiniz(!)


not: cennet hakkında yazdıklarımı okumak isterseniz #2451437.
devamını gör...

cennet

ibrahimi geleneği dinlerinde inananların ödüllendirildiği mekan.

arthur schopenhauer, kaleme aldığı bir pasajında; insanlar, tüm meyveleri herhangi bir zorluk çekmeden dalından koparabildikleri, birinde süt ötekinden şarap akan nehirlerin kıyısında her türlü acıdan uzak bi yerde yaşasalardı ya can sıkıntısından kendilerini asalardı ya da savaşlar çıkarıp birbirlerini boğazlarlardı diyor. schopenhauer burada insanın acıya duyduğu gizli arzu ama en çok sonsuzluk karşısındaki tutumu üzerinden cennet konseptini eleştiriyor. hakikaten ne olursa olsun sonsuz kere deneyimleyeceğimiz her şey bizim için lanetten başka bişey olamaz. isa'nın vaat ettiği sonsuz yaşam aslında sonsuz azaptan başka bişey olmuyor.

ancak bunun yanında beni rahatsız eden, cennet konseptini makul kabul etmemi engelleyen başka bişey daha var. o da aslında arzu tatminin kendisiyle ilgili. örnek vermek gerekirse müslümanların kutsal kitabı kuran insanların orada hiç tatmadıkları meyveleri tadacaklarına, en güzel şaraplardan içeceklerine ve en güzel genç kadınlara sahip olacaklarına dair betimlemelerle doludur. ancak tüm bu zevkler aslında arzuların tatmininden, arzular ise ihtiyaçlardan meydana gelir. yani yemekler bize lezzetli gelir çünkü acıkmışızdır, su tatlı gelir çünkü susamışızdır. herkes bilir ki esasında doğamız bize havuç ve sopa oyununu oynar. var oluşumuz ve neslimizin devamı için ihtiyaç duyduklarımızı yaptığımızda bizi zevklerle ödüllendirirken karşı çıkışlarımızın veyahut başarısızlıklarımızın bedelini fiziksel acı ile öderiz.

uzun lafın kısası kuranın "cennet" konseptini betimlerken kullandığı tüm zevkler yalnızca ihtiyaçların tatmini ile oluşabilir. öyleyse cennette hiç bişeye ihtiyaç duymayacağımız yalan mı? eğer hala bişeyler ihtiyaç duyuyorsak bu ihtiyaçlardan kaynaklı acı da duymamız gerekir. oysa bu cennet konseptine hiçte uygun değildir. eğer durum böyle değilse ve cennette hiç bişeye ihtiyaç duymuyorsak, o durumda arzu nesnemiz yokken nasıl zevk alabiliriz ki? bu bizzat zevkin tanımına aykırıdır. zira az önce de tanımladığımız gibi zevklerimiz esasında eksikliklerimizin tamamlanmasıyla ve ihtiyaçlarımızın giderilmesiyle aldığımız duygudur. kuran bi ayetinde cennette sonsuz rızık olduğunu söylüyor ama neden hala rızka ihtiyacımız olduğundan söz etmiyor.


yukarıdaki cennet konsepti esasında islam diniyle özdeşleştirilmiştir. hristiyanlığın cennet konsepti ise islamın zevkler üzerine kurduğu cennet tasvirinin tam zıttında, arzusuz bi cennet sunarken tutarsızlığı bakımından islam cennetinden pekte ayrılmaz. incil pek şaşırtıcı olmayan bi şekilde cennet tasviri yapmaz. hatta cennet yani bahçe kelimesi yerine göklerin egemenliğinden söz edilir. aslında tasvirin olmamasının ilk muhtemel sebebi okuyucuların/inananların hayal güçleriyle kendi arzuladıkları üzerinden kendi cennnet imgelerini yaratmalarına fırsat vermekti tahminimce. ancak kanımca bir diğer sebebi aslında incilin cennetinin pekte islamın ki gibi arzuların tatmin edildiği bi yer olmamasıyla ilgili. tüm vaazları boyunca insan arzularının dünyaya ve dünyanın ise şeytana ait olduğunu söyleyen isanın göksel egemenlikte bu arzulara yer vermesi düşünülemezdi. isanın cenneti/göksel egemenliği ya kendisinin bile üzerinde düşünmediği tamamen karanlık bi nokta veya da tüm arzularımızdan arındığımız bi nirvana hali. ikinci durum paragrafın başında da belirttiğim gibi esasında tutarsızlıkta islam cennetinden uzak değildir. zira evet arzularımız tatmin edilmezse acı vericidir. ancak arzularımızın olmadığı dolayısıyla zevklerimizin de olmadığı bi yaşam aslında hiçliktir. melekler diyerek kutsiyetleştirilen şey esasında bir kayaya dönüşmekten farksız. bir kaya gibi günahsız, arzsusuz, acısız ve zevksiz.

aklımızın bi köşesinde ne olduğunu tam olarak anlamasak bile her türlü isteklerimizi tatmin edebildiğimiz bi hayatı düşlüyoruz. ancak ne yazık ki bu düşümüz daha teorik olarak bile işlemiyor. lakin bu düşü bi kenara bırakıp hakikate göz atsak, içine acılarımızı ve zevklerimizi beraber sığdırdığımız hayatımıza odaklansak, öte dünya hayalleri yerine tek bir kere sahip olduğumuz bu yaşamın her şeyini olduğu gibi kabullensek belki düşümüz gerçekleşmiş olmaz ama en azından kendi kendimize yarattığımız bu kabustan uyanmış oluruz belki.


son olarak cehennem hakkında karaladıklarımı okumak isterseniz #2446603
devamını gör...

cehennem

özellikle orta doğu kaynaklı semavi dinlerde görülen konsepttir. küçüklüğümden beri dinler konusunda beni rahatsız eden şeylerin başlarında gelmiştir. bu rahatsızlığımın kaynağı merhamet sahibi tanrının gaddarca betimlenen işkencesi değildi. beni rahatsız eden daha çok cehennem kavramının kendisinden kaynaklıydı.

öncelikle ilahi yargılama kavramı ile dünyevi yargılamanın birbirlerine çok uzak olmadigi iddia edilir. kutsal addedilen kitaplar dahil olmak üzere pek çok kaynak ilahi yargılama konseptinin anlaşılması için dünyevi hukuk terimlerine başvurur. örneğin islamın kutsal kitabı olan kuran, ahirette insanların mahkeme-i kübra'da, yani büyük mahkemede hesap vereceğini iddia ediyor. pek çok din adamı da öte tarafta insanların ateşte yanışlarını dünyevi ceza sistemi üzerinden ussalaştırıyor. peki dünyevi hukuk sistemi ile ilahi yargılama konseptleri o kadar da benzer mi?

birinci olarak dünyevi cezalandırmanın temel dayanak noktasi toplumsal barışı korumaktır. yasama, yurutme ve yargiyi oluşturan tüm kurumlar varlıklarını buna dwyandirirlar. devlet denen şey bu yüzden vardır ve biz tamamen olmasa da temel olarak bu sebepten vergi veririz. halbuki ahirette böyle bi kaygı yoktur. dünya ötesi yaşamda toplum denen şeyi oluşturan temel ögelerin tamami kaybolurken insanlar arasındaki pakt ortadan kalkmış durumdadır.  o halde ilahi cezalandırmanın sebebi nedir?

ancak absürtlük burada bitmez. kanunlar hüküm verirken caydiriciligi esas alır. yani adam öldüren bi kişi 20 yıl boyunca hapiste kaldıktan sonra bir daha aynı cezaya carptirilmaktan kaçınmak için kimseyi öldürmeye yeltenmeyecektir. en azından teorik olarak beklenti budur. buna karşılık öte dünyada kişi bir daha suç işleyemez. onu suç işlemeye salık ve mahal veren her türlü harici unsurlar ortadan kalkmış durumdadır. o halde ilahi cezalandırmanın sebebi nedir?
 
elbette buna karşılık ömür boyu hapse veya idama mahkum edilmiş kişiler örnek verilerek karşı cikilabilir. idama mahkum edilmiş bi kişi cezası infaz edilirse bi daha suç işleyemez. ya da ömür boyu mahkum olan kişinin suç işlemesine karşı caydırıcı bi ceza kalmamıştır. ancak burda şunu söylemek isterim ki cezalandirmalarin tek amacı suç işleyen kişiyi olası yeni suçlardan caydirmak değildir aynı zamanda toplumun geri kalan üyelerine sert bi uyarı da vermektir. toplumun üyeleri adam öldüren kişinin asılarak idam edildiğini gördükleri takdirde bi kişiyi öldürmeden önce iki kere dusuneceklerdir. idamların halka açık ve meydanlarda yapılmasının temel sebebi de budur. halktan gizli yapılan bi idam işlemi meşruiyet sahasını kaybederek idam yerine devlet cinayeti olarak tanimlanmalidir. nitekim dünyanın pek çok yerinde devlet eliyle siyasal cinayetler hukuk kılıfıyla işlemeye devam ediyor. ancak konumuza dönecek olursak ölüm sonrası yaşamda dunyadakinin aksine ortada bi toplum kalmadığı gibi bu toplumu suça teşvik edecek unsurlarda yoktur. o halde ilahi cezalandırmanın sebebi nedir?

3 kere sorduğum soruya geçmeden önce.yeni bi soru sormak istiyorum; bi hakimin kırdığı kalemle kan davası uğruna kanlisini vurduğu tabanca arasında ne fark vardır? söyle söyleyeyim sizin adalatenizle devletinkini farklı kılan nedir? bunun cevabı basittir aslında. idam kararı veren hakim buna yukarıda saydığım meşruiyet alanına sığınarak ve yine yazdığım gerekçelerle varır.  temel gayesi yeni potansiyel suçları önlemek veya en azından azaltarak toplumsal barışı korumaktır. halbuki babasına öldüren adamı vuran kişinin böyle bi kaygısı yoktur (varsa bile temel motivasyon kaynağı degildir). bu kişiyi harekete geçiren toplumsal kaygı değil kişisel hislerdir. onun için katili veya toplumu yeni suçlardan alıkoymak bi mesele değildir. o nefret duygusunu tatmin etmek için harekete geçer.

işte her türlü sebep ve amaçtan yoksun olan ilahi cezalandırma sistemi tıpkı babasının katilini öldüren adamla aynı duruma düşmüş olur. ancak bu adamın aksine ilahi mahkeme kendini her türlü duygudan arındırmis olarak sunar. zira herkes bilirki duygusal olan insanı,  insanı olan ise hataya açıktır.  size hiç bi temyiz hakkı tanımayan tanrı görünüşe göre sizi intikam gibi insanı bi duyguya dayanarak içinde belki de sonsuza kadar kalacağınız cehennemine alıyor?  böylesi bi mahkeme dünyada bile kafanızda onlarca soru işareti birakabilecekken öte dünyada ne kadar makul olabilir?
devamını gör...

allah'a göremediği için inanmayan insan

kendi içinde tezatlık taşıyan kişidir. bunun nedeni zaten inanç olgusunun temelde herhangi bişeyi akıl ve duyular ile algılanmadigi halde var kabul etmek olmasindandir. bişeyi görebiliyor iseniz o şeye inanmaz, o şeyin var olduğunu bilirsiniz zaten. kimse yercekimine inanmaz, bilir. bu yüzden ünlü hristiyan düşünürü tertullian credo quia absurdum, yani inanıyorum çünkü saçma dedi. akılla kavranamadigi için iman ediyorum zaten, dolayısıyla senin bişeyin akılla kavranamadigi için imanı hak etmediği savin kendi içinde çelişik bi kavramdır demek istiyordu ve benim gibi ateist birine göre bile epey haklı bi akıl yürütme yöntemidir bu.
devamını gör...

joseph campbell

en ünlü eseri türkçeye kahramanın sonsuz yolculuğu olarakta çevrilen the hero with a thousand faces kitabı olsa da benim için her zaman tanrıçalar ve tanrıçaların dönüşümleri kitabının yazarı olarak kalacak olan karşılaştırmalı dinler tarihi uzmanıdır.

yazar, eserlerinde genellikle carl jung'un kolektif bilinçdışı kavramından yararlanır. campell'in ana iddiası, temelinde her mitin belli arketipler üzerine kurulu olduğu şeklinde. kahramanın sonsuz yolculuğu olarak çevrilen (bence orijinal ismine göre kitaba daha uygun) kitabında mitin ana kahramanın geçirdiği 4 temel döngü üzerinden şekillendigi iddiasını savunur. buna göre esasında çoğu mit nüans farklılıklarına karşın temelde aynı arketipler üzerinden aynı şeyi anlatırlar.

campell'in ortaya koyduğu 4 aşamalı mitsel yolculuk teması başta yıldız savaşları (star wars) olmak üzere pek çok esere ilham kaynağı olmuştur.

benim favori kitabımın neden tanrıçalar ve tanrıçaların dönüşümü olduğunu soracak olursanız aslında buna kadın ve anne arketipleriyle özel olarak ilgilenmem olduğunu söylerim. campell mısır tanrıçası isis ile isa'nın annesi meryem figürlerinin temelde aynı ve çok eski bi arketipin yalnızca farklı yansımaları olduğunu ortaya koyarak zihnimdeki çok önemli bi eksikliği tamamlamış oldu.
devamını gör...

işletme hastalığına tutulmuş toplum

orijinal adı için (bkz: la société malade de la gestion)

fransız sosyolog vincent de gaulejac tarafından batı ülkeleri başta olmak üzere dünyayı etkisi altına alan işletme takıntısı üzerine kaleme alınmış kitaptır.

kitap, şirketlerin yönetimlerini esir alan başarıyı niceliksel olarak ölçme takıntısını, bu tutumun beyaz ve mavi yakalılara psikolojik etkisini ve sözde kar amacı gütmeyen kurumların bile bu işletme takıntısına nasıl kapıldığını çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor. yazar, içinde yaşadığımız doğayı ve hatta bu doğanın parçası olan insanları dahi bi üretim aracı olarak gören şirket mentalitesinin dünyamızı nasıl yaşanmaz hale getirdiğini ifşa ediyor.
devamını gör...

zartoşt

uzun zaman sonra gelen edit; döndüm.

bugün itibariyle sözlüğü bırakan yazardır. seven sevmeyen, öven söven, cahil diyen haddimden fazla paye biçen herkese teşekkür ederim. kalbini kırdıklarımdan, asabi davrandıklarımdan özür diliyor 20 yaşında olmam sebebiyle hatalarımı ve terbiyesizliklerimi gençliğime vermelerini arzu ediyorum.
merak eden dostlar olur mu bilmem ama sözlüğü bırakma sebebimim henüz yazmak için yeterli kabiliyete, zekaya ve olgunluğa sahip olmadığımı düşünmem. daha çok okumak ve siyasetten uzaklaşıp bana huzursuz bir bilgelik katan felsefeye odaklanmak istiyorum.
bu sitede yazdığım her saniye için çok mutluyum. 1 yıldan fazladır yazarlık yaptığım bu platformada tanıştığım tartıştığım kaynaştığım her bir dostun hepsine ayrı ayrı teşekkür ederim. kişisel iletimde sabitlediğim gibi tüm dünyayı vatanım tüm insanlığı yoldaşım saymaya çalıştım. başaramadıysam daha önümde uzun bir yol olan ben belki ilerde başarırım. ve siz bu yolda bana ışık olan yoldaşları orda anarım.
yazdığım için pişman olduğum entriler oldu ama hiç birini silmedim, silmeyeceğim. belki ilerde yazdıklarıma bakar tatlı bir utanç yaşarım diye umuyorum.
kusura bakmayın gene uzattım lafı. sözümün özü güle güle.
devamını gör...

140. kez intihara teşebbüs eden insan

show gibi showdur. hakkaten türkiye fırsatlar ülkesi herkes bi şekil yolunu buluyor.
devamını gör...

gregory house (yazar)

#1582696 kürtçe’nin ırak’ın resmi ermenistan’ın azınlık dili olduğu bilmeyen yazarımızdır. önemli olabilir herkes her şeyi bilecek diye bişey yok. bazen bilmediğimiz şeylerde olabilir. ancak bunlar hatırlatıldığında üstenci bir üslup yerine bilgiyi algılamak daha makbule geçer.
tabii bi de bu tür yazarlara türkiye’de karşı çıktıkları haklara iran’daki türkler için de karşı çıkıp çıkmadıklarını sorarak dürüstlüklerini ölçme şansı elde edebilirsiniz. mesela kendisi güney azerbaycan denmesini bölücülük olarak görüyor mu? azerbaycan türklerinin anadilde eğitim taleplerine karşı mı? tebriz’e giden bir uçak sadece farsça ve ingilizce anons mu yapmalı vb.

not: kürtçe çerkesçe ve rumca ile kıyas edilemez. bu iki dilde belli alanlarda yoğunlaşmış dil değildir. çerkesler sonradan göç ile geldikleri anadoluda dört tarafa dağıldıkları için domine ettikleri bir şehir veya bölge yok. aynı şekilde rumlar’da göç ile gittikleri için sadece şehirli insanları kaldı. ancak lazca ve zazaca kürtçe ile benzer durumda ve evet onlar için de uçak anonsu yapılmasını destekliyorum. başka soru?
devamını gör...

bir tweet görseli bırak

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

mecliste ana dilde eğitim tartışması

anadili kürtçe olan bir kadının sonradan öğrendiği türkçeyi şiveli kullanması üzerinden argüman üretiliyor. hakikaten max milliyetçi zekası. bu bir ingiliz’in türkçe’yi hatalı kullanmasıyla dalga geçip aşağılamaya benziyor. ancak milliyetçi kardeşimiz için kürt ve kürtçe diğer halklar ve dillerden farklı bir yere konumlandırılmalıdır. iran’da farsça’yı sekansına uygun konuşmayan türklerle dalga geçen fars milliyetçileri ırkçıdır ama kendisi çağdaş ve medenidir.

ikinci olarak hala daha kürtçe üzerinde baskı yokmuş gibi tavır takınıyorlar. bunlar kürtçe yasaklandığında bakın size insan diyoruz daha ne istiyorsunuz, ahmet kaya kürtçe şarkı söylemek istediği için linçlendiğinde bakın kürtçe yasak değil daha ne istiyorsunuz diyordu. hem kürt halkının hem onların haklı mücadelelerine ortak olan demokratların zaferleri sonucunda edinilen her kazanımı şimdi devletin armağanı gibi lanse etmeye utanmadan devam ediyorlar. kürtçe yasağı uğruna vedat aydın’ların, kürtçe şarkılar uğruna ahmet kaya’ların bedel ödediğini bilmemezlikten gelerek yapıyor bunu.
bu arada utanmadan kürtçe bölümüne rağbet yok geyiği yapıyor bak bakalım niye yok
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
faşizmini 1930’lar almanyasındaki yaşayıp 2020’ler almanyasındaki gibi bir refaha sahip olabileceğini sanan cahiller erdoğan’ı bile hak etmiyor.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim