saray islamının ilk sultanıdır muaviye*. islami nizamı halktan koparıp, aristokratik bir düzen inşa eden ilk sultandır. halk ve hak dinini, saray ve kabile dini haline getirmeye çalışan; ve bu noktada büyük bir başarı gösteren 15 asır gibi bir zaman geçmesine rağmen hala kurduğu kölelik sistemini devam ettiren bir zalimdir. muaviye'nin yaptıkları ile ilgili zamanında #255554 girdiğim tanımı bırakıyorum.

not: eğer bir sakallı veya cübbeli, muaviye'ye "hazret" diye hitap ederek konuşuyor ise; o kişinin adaletinden sakının. muaviye'nin zulmüne rıza göstermek gaflet değil, ihanettir.
devamını gör...
şunu dinlerken okumadım...

devamını gör...
oğlu yezit ile birlikte emevi din çetesinin kurucusu. ebu süfyan, muaviye ve yezit emevi dininin alemdarlarıdır.

islam tarihinde lakabı "ciğer yiyicinin oğlu" diye geçer. annesi peygamberin amcası hamza'nın ciğerini yemiştir.

ya hu bu üçlü çeteyi okumasak mübarek diye yutacağız.

asrı saadet, ashap, tabiin... nerden tutsan elinde kalıyor.
devamını gör...
bir sahabi.

evet asagidaki manas destani kadar olan yazi sahsim tarafindan yazilmistir.

bu yazi 2 kisimdan olusur, ve ilk kisimda eski sunni maliki olan, sii alimi muhammed ticani semavi'nin hz. muaviye hakkinda iddialarina, ikinci kisimdaysa genel olarak hz. muaviye hakkinda iddialara cevap vardir.

bu arada bu yazinin orjinali ıngilizce olup, sahsim tarafindan turkceye cevirilmistir.

ayrica bu entry'yi girmek ugruna cebimdeki son 100 telem de gitti, orasi da uzun hikaye...

neyse buyrun;
"hz. muaviyenin hz. osmanın katilleriyle ilgili hz. alinin duruşuna karşı çıkan önde gelen bir figür olduğuna dair
hiçbir tartışma yoktur. hz. muaviye derhal harekete geçilmesini talep edip hz. aliye biat etmekten vazgeçmiştir. hz.
ali biat vermesi için ısrar etti ve hz. osmanın cinayeti meselesi işler yoluna koyulur koyulmaz halledilecekti. hz.
muaviye kendisiyle daha yakın akraba olmasından dolayı hz. osmanın cinayeti için intikam almaya daha hakkı
olduğunu hissetmişti. sonunda bu, siffin savaşıyla sonuçlandı. bu sebeple ticaninin kendisine özel ilgi
göstermesi, onu haksızlık ve delaletle suçlanması zaten beklenen bir şeydi. fakat peygamber onun hakkında
şunları söylemişken ticaninin bu vahiy katibini dalaletle suçlamasının ne önemi var?:

"allah'ım onu (insanlara) hidayet edici ve kendisini de hidayete ermiş kıl, onunla (insanları) doğru yola sevket." (tirmizi) (benim notum: arkadaşlar bu hadis hasen garibtir yani bu şu demek, hasen, sahihle zayıf arasında ama sahihe daha yakın olan bir sıhhat çeşididir, tek isnadla rivayet edilmiş hasen olan hadise hasen-garib denir bu da öyle bir hadistir işte).

ticani şöyle diyor:
"valilerine karşı katlığıyla bilinen ömer bin hattab, onları sadece zan yüzünden görevden aldı fakat muaviye bin ebu süfyana karşı oldukça yumuşak davranıp onu asla disiplinli yapmadı. muaviye, ebu bekir tarafından atandı ve hayatı boyunca ömer tarafından onaylandı. pek çok kişi muaviyeden şikayet edip onu ipek ve altın giydiğinden dolayı şikayet etmesine rağmen o onu asla azarlamadı ya da suçlamadı. ömer bu şikayetlere, "birakın, o araplanın kisrasıdır" diye cevap verirdi. muaviye, kendisine
dokunulmadan ve eleştirilmeden 20 yıldan fazla bir süre valilik görevini sürdürdü ve osman, müslümanların halifeliğine geçince yetkisine daha fazla bölge ekleyip islam
ümmetinden büyük bir servet elde etmesini sağladı. hatta bu ulusun imamina (liderine) karşı isyan için ordular toplayıp sonra da güç ve gözdağıyla tüm gücü ele geçirmeye kadar vardı. böylece tüm müslümanların tek hükümdarl oldu ve sonra onları varisi ve halefi olarak ahlaksız ve alkolik oğlu yezide biat etmeye zorladı."

ticaninin tarihi bilgisizliği şok edici. gerçekleri ağzından kaçırıyor ve bölümleri doğruluğu tamamen hiçe sayarak ilişkilendiriyor gibi görünmekte. ticaninin yazdığının aksine hz. ebu bekirin suriyenin fethi sırasında hz. muaviyenin kardeşi hz. yezid bin ebu süfyanı bir tabur
komutanı olarak atadığı tarih okuyan herkes tarafından iyi bilinir. hz. ömerin halifeliği sırasında şam fethedilince suriye valisi olarak tayin
edildi ve emvas vebasında zamansız bir şekilde vefat edinceye kadar da bu şehrin valisi olarak kaldı. hz. yezid vefat edince hz. ömer kardeşi
hz. muaviyeyi bölgenin valisi olarak atadı. geriye hz. ömere aşırı derecede hoşgörülü davranması ve eylemlerinden onu asla sorumlu
tutmaması meselesi kalıyor.

bunu destekleyecek hiçbir kanıt yok gibi görünmekte. ticaninin hz. muaviyenin atanma tarihini doğru bir şekilde
kaydetmediği zaman da bunu nerden bulduğu merak ediliyor. bununla beraber ticaninin iddiasına ters düşen kanıtlar da mevcut.

ibnül kesir eseri el bidaye ven nihayede şöyle anlatıyor:

"muaviye yeşil bir elbiseyle ömeri ziyaret etti ve sahabi ona baktı. ömer bunu görünce elinde bir kırbaçla ona doğru gelip kamçıyla ona
vurmaya başladı. muaviye, "ey emirül müminin! benim için allah'tan kork!" dedi. bunun üzerine ömer yerine döndü ve halk ona, "ey
müminlerin emiri, onun gibisi yokken neden onu vurdun?" dediler. ömer şöyle dedi: "vallahi onu iyi bir insan olarak görüyorum! ve onun
hakkında sadece iyi duydum. onun hakkında ters bir şey duymuş olsaydım görecekleriniz az önce gördüğünüzden çok farklı olurdu. yine de
onu elleriyle işaret etmekteyken gördüm ve bu önemlilik hissini ondan uzaklaştırmak istedim."

ve ticaninin şu sözüne gelince:
"pek çok kişinin muaviyeden şikayet etmesine rağmen ve onu, peygamberin erkeklere yasakladığı ipek ve altın giymesinden dolayı
şikayet etmesine rağmen ömer bu şikayetlere: "bırakın, o arapların kisrasıdır" diye cevap verirdi."

bu iddia birçok nedenden temelsizdir. evvela, "muaviyeyi şikayet eden onca kişiye rağmen" sözü sorgulanır. hz. muaviye atanma
için mükemmeldi, diplomasi konusunda çok becerikliydi. tarihen ona karşı herhangi bir büyük şikayet olduğuna dair hiçbir
kanıt yoktur. hz. muaviye suriye halkını 40 yıl, 20 yıl vali ve 20 yıl halife olarak yönetti. onlarla olan ilişkisi o denli güçlüydü ki, hz.
osmanın kanı için adalet ararken de onun yanında yer aldılar. hakkında çokça şikayet edilen bir lider asla bu seviyede bir sadakat
gösteremez. hz. ömerin, altın ve ipek giydiğini öğrenince hz. muaviyenin arapların kisrası olduğunu söylediği konusunda, hz.
ömer hz. muaviyeyi süslü yeşil bir elbise giydiği için vurdu üstelik buna izin verilmesine rağmen, neden o zaman? ya haram olan
altın ve ipek giydiğinde mi susacak?

ibn ebi dünyanın ebu abdurrahman el medeniden rivayet ettiği hz. ömerden rivayete gelince,
o şöyle dedi:

"ömer, muaviyeyi görünce "bu, arapların kisrasıdır" derdi."

bu haberin zinciri çok güçlü değil. kabul etsek dahi hz.
muaviyenin altın ya da ipek giydiğinden söz edilmiyor.

ticani şöyle devam ediyor:
"muaviye, kendisine dokunulmadan ve eleştirilmeden 20 yılı aşkın bir süre valilik yaptı ve osman, halife olunca yetkisine daha
fazla bölge ekleyip islam ümmetinden büyük bir servet elde etmesini sağladı. hatta o kadar ki ulusun imamına (liderine) karşı
isyan etmek için ordular toplayıp sonra güç ve gözdağıyla tüm gücü ele geçirecek kadar. böylece tüm müslümanların tek
hükümdarı oldu ve daha sonra onları varisi ve halefi olan yozlaşmış ve alkolik oğlu yezide oy vermeye zorladı."

ticani bir cümleyle kendisiyle çelişiyor. hz. muaviyeye yöneltilen sayısız şikayete rağmen bize, hz. ömerin hiçbir şey yapmadığını
söyledi. şimdi de bize hz. muaviyenin asla eleştirilmediğini söylüyor. ticani, ortaya koyduğu sebepler her ne olursa olsun
sahabiden hoşlanmadığını baştan belirtse dürüstlükten yola çıkmış olacağından düşüncelerini toparlaması daha kolay olacaktı.

fakat ticani, yolunu yansıtması amaçlanan bir anlatımla okuyucularını ikna etme taktiğini seçti. gerçek şu ki, ticani sürekli
kendisiyle çeliştiği, yanlış referanslar verdiği ve ilerledikçe tarih uydurduğu için yol da yoktu. bu çelişki bunun kanıtıdır. hz.
muaviyeyi suriyeye atadığı için hz. ömer veya hz. osmana hiçbir suçlama yoktur. hz. muhammedin vefatına kadar süren necran üzerine de babası ebu süfyan atanmıştı.

işin aslı şu ki hz. muhammedin valilerinin çoğu beni ümeyyedendi. hz. attab bin esid bin
ebil-is bin ümeyyeyi mekkeye atadı ve hz. halid bin said bin el-as el-kureşi el-ümeviyi yemenin madhac ve sana kurumlarının
başına getirdi ve bu pozisyonda hz. muhammedin vefatına kadar kaldı. amn tayma ve hayberle ureyne köylerinin valisi olarak
atadı ve hz. ala bin el hadramiyi görevden aldığı zaman hz. eban bin said bin el-as bahreynin, kara ve okyanusunun valisi olarak
atadiı ve hz. muhammedin vefatına kadar bu pozisyonda kaldı ve ondan önce onu aralarından necd seferi olan bir dizi askeri
seferin lideri olarak atadı.

hz. muaviye suriye valisi olduğunda vatandaşlarıyla olan idare ve etkileşim tarzı örnek teşkil etmekteydi ve vatandaşları onu
seviyordu ki o da onları seviyordu.

kubeysa bin cabir şöyle diyor: "muaviyeden daha yumuşak, daha ağırbaşlı, daha hoşgörülü,
daha açık sözlü birini görmedim."

bazı kimseler hz. muaviyeye bir adamın kendisi hakkında nahoş ve sert sözler söylediğini
bildiriyor. ona, "neden onunla ilgilenmiyorsun?" denildi. o da şöyle cevap verdi: "benim sabrımın bir vatandaşımın kusurundan
öteye geçmemesinden allah'tan utanırım."

bir rivayette bir adamın kendisine: "seni bu kadar yumuşak davrandıran nedir?" diye
sorduğu kaydedilir. o da şöyle cevap verir: "birinin suçunun benim sabrımdan daha büyük olabileceğinden utanırım." (el bidaye
ven nihaye)

bu sebeple hz osmanın şehid edilmesine karşı kısas talep ettiğinde ona icabet ettiler ve bu uğurda canlarını ve
mallarını ona emanet ettiler.

geriye ticaninin, hz. muaviyenin parasal kontrolü ele geçirince orduları ve bedevi arapları ümmetin imamına karşı ayaklanmak için seferber ettiği ve valiliğin kontrolünü zorla ele geçirip baskıcı bir şekilde hüküm sürdüğü iddiası kaldı.

bu, hz. muaviyeye karşı yapılan birçok sahtekarlıktan biridir. o kesinlikle liderlik arzusunda değildi ve hz. alinin halifeliğinin meşruluğuna itiraz etmedi. tek israr ettiği, hz. osmanın katillerinin kendisine teslim edilip ve ardından hz. aliye biat etmesiydi.

zehebi siyerinde yala bin ubeydden babasından şöyle nakleder: o şöyle dedi: "ebu müslim el havlani ve beraberindeki bir grup muaviyeye gelerek ona: "alinin hilafet hakkına mı itiraz ediyorsun, yoksa ona benziyor musun?" muaviye şöyle dedi: "hayır, vallahi, alinin benden daha hayırlı ve önderliğe benden daha lâyık olduğunu biliyorum. osmanın haksız yere şehid edildiğini bilmiyor musunuz? ben onun kuzeniyim ve sadece osman adına bir ceza arıyorum. o halde ona git ve osmanın katillerini bana teslim etmesini söyle, ben de ona boyun eğeyim." sonra aliye gittiler ve onunla (muaviyenin sözleri) hakkında konuştular, ancak o bunları ona teslim etmedi."

hz. muaviye, "ben ali ile sadece osmanın durumu yüzünden savaştım" sözleriyle bu duyguyu sürekli vurguluyordu.

bu, on ikici şii kaynaklarından ali tarafından doğrulanmıştır.

şerif er-radi, nehcül belağa adlı kitabında hz. alinin hutbelerinden birini şöyle anlatır: "bizim meselemiz suriye halkıyla tanışmamızla başladı. açık olan şu ki, rabbimiz bir, peygamberimiz bir, islama davetimiz birdir. biz onlardan allah'a iman ve resul'e iman konusunda daha fazlasını beklemiyoruz, onlar da bizim allah'a iman ve resul'e iman konusunda bizden fazlasını beklemiyorlar. ayrılığa düştüğümüz tek bir konu var ki o da osman'ın kanıyla ilgili ve biz o konuda masumuz."

burda hz. ali, onunla hz. muaviye arasındaki tek çekişmenin, ticaninin iddia ettiği gibi halifelik veya müslümanlar üzerinde despot yönetim değil, hz. osmanın şehadetiyle ilgili olduğunu vurguluyor.

ticani, hz. muaviyenin müslümanları alkolik oğlu yezide söz vermeye zorladığını iddia ediyor. bu, yalanı gerçeğin kisvelyle gizlemek için cesur bir girişimdir. açık bir yalandır, hz. muaviye halkı oğlu yezide biat etmeleri için zorlamadı. aksine yezidin hilafetin varisi olması için halktan biat almaya çalıştı ve öyle de oldu. eğer bu bir zorlama olsa biatlerini esirgeyen ve kendi haline bırakılan hz. abdullah bin ömer, hz. hüseyin bin ali ve hz. abdullah bin zübeyr gibiler için hiçbir mazeret de olmazdı. ancak hz. muaviyenin vefatından sonra yezidin valileri onlardan bağlılık yeminlerini talep etmeye başladı.

yezidin alkolik ve alenen günahkar olup olmadığı da tartışmalıdır. yezid döneminde yaşamış olan ve onun hakkında muhakkak daha fazla bilgi sahibi olan muhammed bin ali bin ebu talibin şahitligini sunmakta bir sakınca yoktur.

ibn kesir bidayede şöyle der: "medine halkı yezidden döndüklerinde abdullah bin muti ve arkadaşlarl yezidi görevden azletmek için muhammed bin el haneflyyeye gittiler fakat o bunu reddetti. ibn muti dedi ki: "şüphesiz yezid içki içer, namazı terk eder ve kitabın (allah'ın) emrini çiğner." onlara dedi ki: "onu ziyaret ettiğim ve yanında kaldığım için (onunla birlikte olduğum zamandan beri) bahsettiğiniz şeyi görmedim. hatta onu namaz kılarken, hayır ararken, fıkıh sorarken ve sünnete sarılırken gördüm." "doğrusu bu, onun açısından bir gösterişti" dediler. "buna karşın bu kadar tevazu göstermesine neden olacak neyden korkuyor ya da ne umuyor? içki içmekle ilgili bahsettiğiniz şeyleri size açıkça gösterdimi? eğer o sana karşı açık olsaydı, sen onun suç ortaklarındansın. eğer bunu sana göstermemişse, bilmediğin bir şey hakkında şehadet etmen sana helal olmaz." "görmesek de doğru kabul ediyoruz" dediler. dedi ki: "allah, şahitlik eden kavimden bunu reddetmiştir. şöyle diyor: "allah'ı bırakıp kendilerine dua ettikleri varlıklar asla şefaat edemezler; bilerek hakka tanıklık edenler başka." (zuhruf/86) (muhammed bin ali şöyle devam ediyor) "ben hiç seninle değilim." dediler ki: "senden başkasının (hilafetin) başına geçmesi hoşuna gitmez, biz de işlerimizi sana emanet ederiz." dedi ki: "ister mürit ister lider olarak benden istediğin şey için savaşmayı caiz bulmam." şöyle dediler: "babanla kavga ettin!" şöyle dedi: "bana babamın benzeri ve onun uğrunda savaştığı şeyin benzeri olan birini getirin." şöyle dediler: "öyleyse oğulların ebul kasım ve kasıma bizimle savaşmalarını emret!" şöyle dedi: "onlara talimat verseydim o zaman savaşırdım." dediler: "öyleyse yanımızda ol ki halkı savaşa teşvik edelim!" şöyle dedi: "sübhanallah! yapmayacağım ve hoşuma gitmeyen bir şeyi insanlara emretmeli miyim? o halde allah için insanlara iyilik yapmadım." şöyle dediler: "o halde seni zorlarız!" şöyle dedi: "o zaman ben de insanlara allah'tan korkmalarıını ve yaradan'in aleyhine yaratılana boyun eğmemelerini emredecegim." sonra mekke'ye hareket etti."

ticani şöyle diyor:
"sahabileri resulullahın sünnetini değiştirmeye iten sebepleri araştırdım ve gördüm ki emeviler (ve çoğu peygamberin sahabileri) ve muaviye (kendisine vahiy katibi deniyordu), tarihçilerin çoğunun kitaplarında bahsettiği gibi, özellikle insanları aliye küfretmeye ve camilerin minberlerinden ona lanet etmeye zorlardı. müslim, sahihinde "ali bin ebu talibin faziletleri" başlıklı bir bölümde şunları yazmıştır: muaviye, her yerdeki valilerine (ali bin ebu talibin) lanetini gelenek haline getirmelerini ve tüm konuşmacıların konuşmalarına onun lanetlenmesini dahil etmesini emretti."

ticani yine başka bir yer de şöyle diyor:
"halkı seçilmiş peygamberin (hz. muhammedin) ailesi aliye ve ehli beyte lanet etmeye zorladıktan sonra, ondan islamı yaymak için çok çalışan bir adam olarak nasıl bahsedebilirler?"

yine ticani başka bir yerde şöyle diyor:
"aliye ve peygamber soyundan gelen ehli beyte her mescitte lanet okutarak 60 yıl gelenek haline getiren oydu."

ticani, hz. muaviye hakkında yalan söylerken biraz utanıyor. hz. muaviyenin hz. aliye lanet uygulamasından sorumlu olduğuna dair kesinlikle hiçbir kanıt yok. hususen güvenilir rivayetleri güvenilir olmayanlardan ayırma konusunda çok az özen gösterildiği zaman tarih kitaplarına körü körüne güvenilemez. bu türden bir şey rivayet eden tarihçilerin şii olması durumu daha da tartışmalı hale getiriyor.

taberi, tarih üzerine yaptığı çalışmanın girişinde şöyle der: "okur şunu bilmeli ki, bu kitabımızda zikrettiklerim ve yazmayı şart koştuğum konularda, naklettiğim ve ravilerine isnat ettiğim hadis ve haberlere dayanıyorum. doğru argümanlarla öğrenilenlere ve içsel düşünce süreçleri tarafından üretilenlere sadece çok istisnai olarak güvenirim. çünkü geçmiş insanların tarihi, yakın zamandaki insanlar ve hadiseler hakkında onları gözlemleyemeyen ve onların zamanında yaşamamış olanlar, muhbirlerin ve ravilerin sağladığı bilgi ve nakiller hariç hiçbir bilgiye ulaşamazlar. bu bilgi akıl yoluyla ortaya çıkarılamaz ya da içsel düşünce süreçleri tarafından da üretilemez. bu nedenden dolayı, bu kitabımda, geçmişteki bazı kişilerin yetkisiyle tarafımızdan zikredilen bazı bilgileri içeren herhangi bir rapor, okuyanın onaylamayabileceği ve dinleyicinin sıkıntı duyabileceği, çünkü sağlıklı hiçbir şey bulamadığı ve hiçbir anlamı olmadığı için, ona bu tür bilgilerin gelmesinin bizim suçumuz olmadığını bilsin. daha ziyade, onu bize ileten bazılarından gelmekte ve ben de onu bana iletildiği şekilde iletmekteyim." (tarih-i taberi)

bu sebepten ticaninin ileri sürdüğü ve herhangi br tarih kitabına dayanan herhangi bir argümanın güvenilirliği açısından irdelenmesi gerekir. hz. muaviyenin insanlara hz. aliyi minberlerden lanetlemeleri talimatını verdiğini söyleyen kesin anlatımdan bahsetmesi zorunludur. bu görüşü sadece taberiye mâl etmek yeterli değildir.

ticani, iddiasını sahih-i müslimde hz. alinin faziletleri bölümünde yer alan bir rivayete dayandırır. sahih-i müslimdeki rivayet sahihtir, fakat ticaninin tahrif edilmiş hali gibi değildir ve tercümanlar onu ingilizceye çevirirken daha fazla bozulma olmasını sağladılar.

tartışılan rivayet amir bin sad bin ebi vakkasın babasından rivayet ettiğidir: "muaviye, sadı çağırdı ve "ebu turaba sövmekten seni alıkoyan nedir?" dedi. bunun üzerine: "resulullahın onun hakkında söylediği üç şeyden dolayı ona sövmem ve bu üç şeyden birini bulsam bile benim için kırmızı develerden daha sevgili olurdu. resulullah aliyi seferlerinden birinde geride bıraktığı için söylediğini duydum. ali ona, "ey allah'ın resulü, beni kadınlar ve çocuklarla birlikte mi bırakıyorsun?" dedi. bunun üzerine resulullah ona: "harun musa için neyse, benim için de öyle olmandan hoşnut değil misin, benden sonra peygamber gelmemesi dışında". (ayrıca) hayber günü onun şöyle dediğini işittim: "ben bu sancağı allah'ı ve resulünü seven bir kimseye vereceğim, allah ve resulü de onu sever." biz o kişiyi merakla bekliyorduk ki, (peygamber) "aliyi çağırın" dedi, çağrıldı ve onun gözleri iltihaplanmıştı. onun gözlerine tükürük sürdü ve sancağı ona verdi ve allah ona zafer verdi. (üçüncü vesile budur) (şu) âyet nazil olduğu zaman: "çocuklarımızı ve çocuklarınızı çağıralım" (al-i imran/61), resulullah ali, fatıma, hasan ve hüseyin'i çağırdı ve "allah'ım, onlar benim ailem" dedi."

bu hadis, hz. muaviyenin hz. sada hz. aliye lanet etmesi talimatını verdiğini belirtmez. bunun yerine, açıkça görüldüğü gibi, hz. muaviye kendisini hz. aliyi istismar etmekten neyin alıkoyduğunu öğrenmek istedi. bunun üzerine hz. sad sebebini bildirdi. hz. muaviye, hz. sadın cevabını duyunca ne kızdı ne de onu cezalandırdı. aslında hz. muaviyenin sessizliği, hz. sadın görüşünü onayladığının bir teyididir. hz. muaviye, ticaninin iddia ettiği gibi, halkı hz. aliye lanet etmeye zorlayan bir diktatör olsaydı eğer, o zaman sessiz kalmaz ve hz. sadı ona sövmesi için zorlardı. fakat bu olmadı bu sebeple kendisine küfür talimatı verilmediği ve bundan memnun olmadığı anlaşılıyor.

nevevi diyor ki: "muaviyenin bu sözü, açıkça aliye beddua etmesini istediği anlamına gelmez. aksine kendisini sövmekten alkıkoyan sebebi sordu. sanki diyor ki, takvadan mı, korkudan mı, başka bir sebeple mi sakındın? yani ona olan hürmetinden dolayıysa doğru siyaseti benimsemişsindir ve başka bir sebep varsa da farklı bir tepki vardır. ya da belki sad, sövüp sayan, sövmekten sakınan ve onları azarlayacak durumda olmayan bir toplulukla beraber olduğundan kendisine yöneltilen soruyu sormuş ve böylelikle sövenlere itiraz etme imkânı sağlamıştır. bazıları bunun alternatif bir tefsir potansiyeli taşıdığını ve bunun, onun ictihadına neden itiraz etmediğin ve bizim görüş ve ictihadımızın doğruluğunu insanlara açıklamadığın anlamına geldiğini söyler."

kurtubi, el-müfhimde şöyle demiştir: "muaviye, alinin sövülmesini talep etmesine dair olduğu net değildir. bunun yerine, onu bunu yapmaktan neyin alıkoyduğuyla alakalı bir soruydu. böylelikle sad, cevabından da anlaşılacağı gibi, alinin erdemlerini ortaya çıkarabilir veya onu övebilirdi. muaviye, sadın cevabını duyduktan sonra sessiz kalınca, gerçeği kabul etti."

ticani şöyle diyor:
"resulullaha 23 sene vahiy geldi ve muaviye bunun bir kısmında müşrikti ve daha sonra müslüman olunca medinede yaşamadı (zira bunu destekleyecek herhangi bir tarihsel referans bulamadık), oysa resulullah el fetihten (mekkenin fethinden sonra) mekkede yaşamadı. peki muaviye vahyi yazmayı nasıl başardı?"

hz. muaviyenin hz. muhammedin katiplerinden biri olduğu konusu sabit bir gerçektir.

imam müslim sahihinde hz. ibn abbasdan naklediyor ki, hz. ebu sufyan hz. muhammedden üç ricada bulundu, bunlardan biri: """ve muaviyeyi katip yap" dedi, peygamber "evet" diye cevap verdi."

ahmed müsnedinde ve müslim sahihinde hz. ibn abbastan naklederler ki o şöyle demiştir: "küçük bir çocukken diğer çocuklarla koşturuyordum ki resulullah arkamızdan yanımıza yanaştı, benden başkasını aradığını zannettim ve koşarak bir evin kapısının arkasına saklandım, ve aniden beni kucaklayana kadar fark etmemiştim. omuzlarıma vurdu ve "git, benim için muaviyeyi çağır" dedi, o (muaviye) onun katibiydi, ben de koştum ve "resulullahın çağrısına o seni aradığı gibi icabet et" dedim.

her iki rivayet de hz. muaviyenin peygamberin katiplerinden biri olduğunu doğruluyor.

fakat ticani şöyle devam ediyor:
"mekkenin fethinden sonra islamı kabul ettiğinde medinede kaldığına dair tek bir rivayete rastlamadık, fetihten sonra da hz. muhammed mekkede ikamet etmedi."

ticaninin genel olarak tarih ve hususi olarak da peygamberimiz hakkındaki göze çarpan hataları, herhangi bir objektif okuyucunun zihninde şüphe uyandırmalıdır. hz. muaviyenin medinede ikamet ettiği çok açıktır.

hz. fatıma bint kays diyor ki: "(evlenmek için) helal olduğumda ona (hz. peygamber) hem muaviye bin ebu süfyan hem de ebu cehmin bana (evlilik) teklif ettiklerini söyledim, bu yüzden allah'ın elçisi şöyle buyurdu: "ebu cehm asasını omzundan indirmez ve muaviye ise fakirdir ve fazla bir serveti yoktur, (bunun yerine) usame bin zeyd ile evlen..."

hz. fatıma binti kays, medineye ilk hicret edenlerdendi. peygamberin hayatı boyunca muhacirlerin hiçbiri mekkeye ikamet olarak geri dönmemiştir. bu teklif sadece hz. muaviye medinede ikamet ederse mümkün olabilirdi. fakat görünen o ki ticani, hz. peygamberin hz. ibn abbasa hz. muaviyeyi mekkeden çağırması talimatını verdiğini anlamış görünüyor! ticani, "tek bir rivayete rastlamadım" sözünden dolayı suçlanamaz, çünkü doğruyu söylemiştir: baştan beri aramamıştı! bu tür bir "objektiflikten" korunmayı allah'tan dileriz.

ticani yine diyor ki:
"sahabeden bazıları böyle bir kurala şiddetle karşı çıkınca(benim notum: yani hz. aliye küfretme kuralına arkadaşlar) muaviye onların öldürülmesini ve yakılmasını emretti. muaviyenin emriyle şehid edilen ünlü sahabiler arasında, aliye protesto edip lanetlemeyi reddettikleri için hucr bin adi el kindi ve takipçileri vardı ve bazıları diri diri gömüldü."

yine başka bir yerde diyor ki:
"ali bin ebu talibi lanetlemeyi reddettikleri için hucr bin adi ve arkadaşlarını şehid edip suriye çölündeki merciazraya gömdüğünde, onu nasıl islamın bir teşvikçisi olarak tanıtabilirler?"

hucr bin adinin sahabi veya tabiinden olup olmadığı konusunda görüş ayrılığı vardır. ibn sad, onu sahabilerin dördüncü kategorisi içinde zikretmiş ve bir keresinde hz. peygamberin ziyaretinden bahsetmiştir. daha sonra onu kufelilerin tabiininin(benim notum: bu arada arkadaşlar tabiin hz. muhammedi görmemiş ama sahabileri görmüş müslümanlara denir) birinci sınıfında zikretmiştir. buhari, ibn ebi hatim, halife bin hayyat ve ibn hibban, tabiin arasında ondan bahseder.

ebu ahmed el askari, "hadis âlimlerinin çoğu, onu sahabeden saymazlar" demiştir. (el-tabakat, el bidaye ven nihaye, el isabe)

hz. muaviye, hz. aliye lanet etmeyi reddettiği için hucru idam ettirmedi. bu apaçık bir yalan. tarihçiler, hucrun idam sebebini, kufe emiri ziyadın, hz. muaviyenin atamasıyla uzun bir vaaz verdiğini ve hucr bin adinin "salah!" diye bağırdığını da anlatmışlardır. fakat ziyad hutbeye devam edince hucr ve arkadaşları onu taşlamaya başladı. ziyad daha sonra hz. muaviyeye hucr ve arkadaşlarının neden olduğu rahatsızlık hakkında yazdı çünkü hucr bunu daha önce ziyaddan önceki kufeyi yöneten kişiye de yapmıştı. hz. muaviye daha sonra kendisine hucrun gönderilmesini emretti ve geldiğinde idam edilmesini emretti. hz. muaviyenin hucra cezadaki katılığının nedeni, hucrun bu davranışının cemaatin liderine karşı ikinci bir isyanın sağlayıcısı olabileceği ve bunun müslüman toplumunu bir kez daha kutuplaştırmaya yol açacağıydı. hz. muaviye bunu fitne çıkarmak olarak değerlendirdi. bu ciddi bir endişe kaynağıydı çünkü kufe, hz. osmana karşı asilerin bir kısmının çıktığı şehirdi. bu konuda hz. osmanın hoşgörüsü onun şehid edilmesine yol açtı. bu, kan dökülmesine neden oldu ve ümmet içinde büyük iç çekişmelere sebep oldu. gerçekten de hz. muaviye, hucrun infazıyla "fitneyi daha tomurcuk halinde kesmeye" çalıştı.

ticani şöyle diyor:
"ebul ala el mevdudi, "hilafet ve krallık" adlı kitabında şunları yazmıştır: hasan el basri şöyle demiştir: "muaviyenin dört özelliği vardı ve bunlardan sadece birine sahip olsaydı bile büyük günah sayılırdı: 1. erdem nuru olan sahabilere danışmadan karar vermek. 2. oğlunu halefi olarak belirlemek, oğlu alkolikti, yozlaşmıştı ve ipek giyiyordu. 3. ziyadı (oğlu olarak) sahiplendi ve resulullah şöyle buyurdu: "şerefli kadının evladı vardır, fahişenin ise yoktur." 4. hucr ve taraftarlarını öldürmesi. yazıklar olsun ona hucrdan ve hucrun taraftarlarından."

bu anlatım ebu mihnef etrafında döner. ebu mihnef, önde gelen bir sahtekar ve yalancı olan lut bin yahya el ezdi el kufidir.

zehebi ve ibn hacer onun hakkında şunları söyler: "güvenilmemesi gereken mahvolmuş bir tarihçi." (mizan el itidal)

ibn hacer şöyle der: "ebu hatim ve diğerleri onu terk ettiler. darekutni: "zayıf!" ibn main de "kesinlikle güvenilir değildir" der. (bir keresinde) ravi kadar kıymeti yoktur dedi. ibn adi ise "o şii bir yenilikçidir" der." (mizan el itidal)

ukayli onu zayıf raviler arasında sayar. (el duafa)

dolayısıyla bu rivayet asılsızdır. metninin incelenmesi ilaveten bu anlatımda iç bir kusur da gösterir. hz. muaviyenin herhangi bir istişare olmadan liderliği üstlendiği iddiası yanlıştır. bunu hz. hasan bin ali hz. muaviye lehine liderlikten çekildiğinden ve tüm ümmet ona biat ettiğinden beri biliyoruz. niteliksiz olduğu halde ona biat ederlerse, bu onlar hakkında br iddia olur, hz. muaviye hakkında değil. bu konuda en büyük sorumluluğu taşıması gereken kişi, hz. hasan bin ali olacaktır. hz. hasan bin ali ve hz. muaviye arasındaki uzlaşma rivayeti hz. hasan el basri yoluyla rivayet edilmiştir. neden böyle bir kişinin halife olarak atanmasıyla ilgili rivayeti nakletsin ki?

katade, hz. hasan el basriden, bazı kişilerin hz. muaviye ve arkadaşlarının ateşte olduklarına tanıklık ettiklerini aktarır. o şöyle der: "allah onlara lanet etsin! onlara onun ateşte olduğunu düşündüren nedir?" (el şeriye, tarih dımaşk)

ticani tarafından sağlanan anlatım, bu sebepten, açıkça hz. hasan el basrinin ağzına dikkatlice yerleştirilmiş bir yalandır. sadece ünlü sahtekar ebu mihnef tarafından rivayet edildiği için kusurlu değil, hem de hz. muaviye hakkındaki duruşu açısından hz. hasan el basriye doğru bir şekilde atfedilenlerle çelişiyor. ayrıca ticani gibi sahabe düşmanı kişilerin çaresizlignin boyutlarını da öğreniyoruz, davalarını sunmak için yalanlara ve sahtekarlığa başvurmak zorundalar.

ticani şöyle diyor:
"alimlerimizden bazılarına, islamın sünniler ve şiiler olarak bölünmesine yol açan şeylerin, muaviyenin, muhacirler ve ensar tarafından kabul edilen aliye karşı savaşını sorduğumuzda sadece şöyle cevap veriyorlar: ali ve muaviye iyi sahabeydiler ve her ikisi de islami kendilerine göre tefsir ettiler. fakat ali haklıydı, dolayısıyla iki mükafat elde etti. muaviye ise yanıldı, dolayısıyla bir mükafat elde etti. yüce allah şöyle buyuruyor: "onlar bir ümmetti gelip geçti. onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz." (bakara/134) ne yazık ki o kadar zayıf cevaplar veriyoruz ki ne bir akıl ne bir din ne de bir kanunun kabul etmesi mümkün değil. allah'ım, ben boş söz ve sapkın heveslerden uzağım. beni şeytanın dokunuşundan korumanı dilerim. muaviyenin islamı yorumlamak için çok çalıştığı ve işlediği tüm suçlara ek olarak tüm müslümanların liderine karşı savaştığı ve binlerce masum mümini şehid ettiği için ona bir ödül verdiğini bir akıl nasıl kabul edebilirdi? tarihçiler arasında muhaliflerine zehirli bal yedirerek onları öldürmesiyle tanınır ve "allah'ın baldan askerleri vardır" derdi. yanlış bir fırkanın lideriyken bu insanlar nasıl onu islamı yaymak için çok çalışan ve ödül verilen bir adam olarak tanıtabilirler? peygamberin bilinen bir hadisi şerifi vardır ve alimlerin çoğu onun gerçekliği konusunda hemfikirdir, "yazık ammar'a ... yanlış hizip tarafından öldürülecek." ve o muaviye ve takipçileri tarafından öldürüldü. ali bin ebu talibe lanet etmeyi reddettikleri için hucr bin adi ve arkadaşlarını öldürüp suriye çölündeki merc-azraya gömdüğünde onu nasıl islamın bir yayıcısı olarak tanıtabilirler? cennetteki gençlerin efendisi hasanı zehirleyerek şehid ettiği halde, onu nasıl adil bir sahabi olarak sayabilirler? milleti kendisini halife olarak tanımaya, yozlaşmış oğlu yezidi halefi olarak kabul etmeye ve şura sistemini akrabasal bir sistemle değiştirmeye zorladıktan sonra nasıl onun doğru olduğuna karar verebilirler? halkı, seçilmiş peygamberin ailesi olan ali ve ehli beyte lanet etmeye zorladıktan ve bunu yapmayı reddeden sahabileri şehid ettikten ve aliye küfretme eylemini bir gelenek haline getirdikten sonra onu nasıl islamı tanıtmak için çok çalışmış ve ödüllendirilmiş bir adam olarak tanıtabilirlerdi? en yüce, büyük allah'tan başka güç yoktur. soru tekrar tekrar ortaya çıkmakta. hangi hizip haklıydı ve hangi hizip haksızdı? ya ali ve takipçileri yanılıyordu ya da muaviye ve takipçileri yanılıyordu ve resulullah her şeyi açıkladı. her iki durumda da bütün sahabilerin salih olduğu önermesi mantıkla bağdaşmaz ve geçersizdir."

ticaninin ehl-i sünnet alimlerinin açıklamalarına şaşırması önyargısından ucuz kaçıştır. her iki tarafın da hidayet üzere olduğunu bildiren resulullah olsaydı, aynı derecede hayret eder miydi?

buhari, sahihinde hz. ebu hureyre vasıtasıyla peygamberin şöyle buyurduğunu anlatır: "iki grup birbiriyle savaşmadıkça kıyamet kopmaz, çağrıları birdir."

müslim, sahihinde hz. ebu said el hudriden rivayet eder, dedi ki, resulullah şöyle buyurdu: "müslümanlar arasında ayrılık olduğu zaman bir fırka dönecektir, ve iki taraftan hakka yakın olan taraf onlarla savaşacaktır."

hz. ebu hureyrenin anlatımı, hz. ali ile hz. muaviye arasında geçenlerin bir açıklamasıdır ve şüphesiz ki hz. ali gerçeğe herkesten daha yakındı ve havaric döneklerine karşı savaşan da hz. aliydi. bu hadislerde hz. muaviyenin islamının açık bir göstergesi de bulunmakta zira resulullah "onların daveti birdir" ve "iki fırka arasında hakka en yakın olan taraf" buyurmuştur. anlıyoruz ki, her iki taraf da bu konuda ihtilafa düşseler de gerçeği aradılar.

nevevi, müslim şerhinde şöyle demiştir: "her iki tarafın da inanan olduğuna dair kesin bir beyan içerdiğini görürüz, ve savaştıkları için de dinden çıkmazlar ve fısk (açık günah) ile nitelendirilmezler, bu bizim duruşumuzdur (yani ehl-i sünnetin)." (el minhaj şerh sahih-i müslim)

hz. muaviyenin sadece hz. ali ile savaştığını daha önce belirtmiştik çünkü o bir veliül dam (kan varisi) olduğundan kendisini hz. osmanın intikamcısı olarak görüyordu. hz. osmanın haksız yere şehid edildiğinin anlaşılması ve rivayetlerin ona isyan edenleri münafık olarak tanımlamasının sonucuydu.

tartışılan hadis, tirmizi ve ibn macenin hz. aişeden rivayet ettiğidir: "nebi şöyle buyurdu: "ey osman! eğer bir gün allah seni bu işin başına koyarsa ve münafıklar, allah'ın sana giydirdiği gömleği çıkarmanı isterse, onu çıkarma!" bunu üç kez söyledi." (benim notum: arkadaşlar bahsi geçen hadisin ibn macedeki versiyonu sahih diye belirtilmişse de hadisin isnadında bir tane zayıf ravi bulunmaktadır).

benzer şekilde murre bin kab, hz. muaviyenin ordusunun önünde şunları söylediğinde bunu doğruladı: "resulullahtan işittiğim bir hadis olmasaydı ayağa kalkmazdım! peygamber kargaşalıklardan bahsedip onların yakın olduğunu söyledi, sonra bir adam elbisesine bürünmüş olarak geçti. resulullah "o gün bu adam hakikatin üzerinde olacaktır" buyurdu. ona gittim ve osman bin affandı. onun yüzünü resulullaha çevirdim ve "bu mu?" diye sordum, resulullah da "evet" diye buyurdu." (tirmizi) (benim notum: evet arkadaşlar yine ben bu hadis hasen sahihtir, yani bu hadisin ravileri sahih hadis ravileri seviyesine ulaşmıştır ve hadis birkaç tarikten nakledilmiştir).

abdullah bin şakik bin mürre de peygamberin şöyle buyurduğunu anlatır:
"bu dünyada boğanın boynuzları gibi imtihanlar patlayacak. sonra elbiseli bir adam yanından geçti ve resulullah, "bu adam ve arkadaşları o gün hak üzere olacaklar" buyurdu. ben de ona koştum ve yüzünü resulullaha çevirdim ve "ya resulullah! bu kişi mi?" dedim. "işte o kişi!" buyurdu. abdullah şöyle dedi: "bu osman bin affandı." (ahmed) (sorgulayan şöyle dedi: "senedi güvenilirdir").

hz. muaviye ve arkadaşları bu rivayetlerden dolayı kendilerini hak ve hidayet üzere kabul ettiler. bulduklarında isyancılar hz. alinin ordusuna karıştılar. bildikleri rivayetlere göre onlarla savaşmanın caiz olduğunu varsaydılar. bu bir fitne zamanıydı ve üçüncü güç bu karışıklığı istismar etti.

hz. muaviyenin taraftarlarının, "biz ancak bize adil davranan ve bize zulmetmeyen birine biat ederiz ve aliye biat edersek, onun halkı osmana zulmettikleri gibi bize zulmeder" demelerine şaşmamak gerek.

onlar şöyle dediler: "ali bizim için adaleti sağlamaya muktedir değildir ve bu sebepten bize adaleti sağlamaya gücü yetmeyen birine biat etmemiz bize farz değildir." (minhaj el sünne)

hz. osmanın katilleri hz. alinin ordusunda olduklarından ve hz. osmana karşı işledikleri gibi onlara karşı da aynı şekilde istismar etmeyi amaçlayan zalimler olduklarından, savaşa başlamadıkları gerçeğinin yanında onları savunmak için de savaşacaklarını düşünüyorlardı. bu, hz. muaviye ve yoldaşlarını açıklar.

hz. muhammedin savaştan kaçınmayı teşvik eden hadisleri sebebiyle iç karışıklıklardan uzak duran sahabeden başka bir grup daha vardı. zorunlu değildi hatta tavsiye edilmiyordu bu sebepten hz. ımran bin husayn iç çekişme zamanlarında silah satışını yasaklardı. "kargaşa zamanında silah satılmaz" derdi.

bu aynı zamanda hz. sad bin vakkas, hz. muhammed bin mesleme, hz. ibn ömer, hz. üsame bin zeyd ve fitneden kaçınan erken muhacir ve ensardan kalanların çoğunluğunun görüşüdür ve çatışmaya katılmadılar.

bu sebeple ehl-i sünnetin önde gelenlerinden birçoğu şöyle der: "asi grupla savaşmak şart değildir, çünkü allah (bize) onlarla savaşmayı emretmedi. bilakis o bize, iki grup birbiriyle çatışdığında aralarını ıslah etmeyi emretti. eğer biri diğerine karşı haddi aşarsa, haddi aşan grupla savaşılır." (minhaj el sünne)

bu sebepten ticaninin hz. ali ile savaşmaya çağıranın hz. muaviye olduğu iddiası apaçık bir yalandır.

ibnül arabi şöyle der: "göğsünüzü serinletecek olan şey, peygamberin, "iki fırkanın gerçeğe en yakın olanı..." derken, cemaat fitnesinden bahsetmiş, hariciler hakkında alametler vermiş ve uyarmış olmasıdır. bu iki gruptan her birinin hakikatle bir bağı vardır, ancak hz. alinin grubu ona daha yakındı. allah buyuruyor ki: "eğer müminlerden iki grup birbiriyle kavgaya tutuşursa hemen aralarını düzeltin; ikisinden biri diğerinin hakkına tecavüz etmiş olursa -allah'ın emrine geri dönünceye kadar- haksızlığa sapanlara karşı savaşın; dönerlerse aralarındaki anlaşmazlığı adaletle çözüme bağlayın ve herkese hakkını verin. allah hakkı yerine getirenleri sever." (hucurat/9) isyan edenleri, fıkhi tefsirlerinden dolayı itaatsizlik sebebiyle imandan dışlamadı. bundan sonra "muhakkak müminler kardeştir, öyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin" (hucurat/9). resulullah, ammar için "asi taraf onu öldürecek" dedi ve hz. hasan hakkında "benim bu oğlum bir seyiddir, umulur ki allah, onun eliyle müslümanlardan iki büyük grubun arasını düzeltir" buyurdu. yani hz. hasanın tüm bunların bir parçası, liderlikten çekilmesi ve uzlaşma sağlamasıydı." (el avasım minel kavasım)

birbirlerine karşı savaşmalarına ve isyan etmelerine rağmen allah her iki tarafı da kardeş olarak adlandırmaktadır.

bu nedenle ehl-i sünnet, allah'ın buyurduğu gibi her iki gruba da rahmet diliyor: "bunların ardından gelenler de "ey rabbimiz" derler, "bizi ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırakma. rabbimiz! kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin." (haşr/10)

hz. muaviyenin içtihadla motive edilmediği varsayılsa dahi allah'ın rahmet okyanusları engindir ve mağfiret kapıları ona kapanmamıştır. ayrıca hz. muaviyenin mütarekeden sonraki eylemleri, günahların kefaretinin bir aracı olan takva duygusunu gösterir.

ibn kesir el bidayede hz. misver bin mahremenin hz. muaviyeye geldiğini yazar. şöyle dedi: "yanına girdiğimde -anlatıcı sanırım selamladığımı söylediğini söylüyor-bana, "liderleri suçlamana ne oldu ey misver?" dedi. ben, "onu bir kenara bırakalım, ya da buraya ne için geldiğimi tartışalım." "göğsündekini söyleyeceksin" dedi. misver şöyle der: "ona söylemekten başka onu suçlayabileceğim hiçbir şey bırakmadım" dedi. sonra, "ben kendimi günahlardan kurtarmam. allah seni affetmezse, helak olacağından korktuğun günahların var mı?" dedi. "evet" dedim. "seni allah'ın affına benden daha çok ummaya layık yapan nedir?" dedi. "allah'a yemin ederim ki, insanların ihtilaflarını halletmek, cezaları tasdik etmek, allah yolunda cihat etmek ve sayamayacağınız büyük işlerde üzerime aldığım sorumluluk, sizin yüklediğinizden çok daha fazla. ve ben, allah'ın iyilikleri kabul ettiği, kötülükleri bağışladığı bir din üzerindeyim. ve allah'a yemin ederim ki, ne zaman allah ile o'ndan başkaları arasında bir tercihte bulunsam, allah'ı o'ndan başkasına tercih etmişimdir!" dedi. misver şöyle dedi: "söylediklerini düşündüm ve bu tartışmada bana fikrini kanıtladığını anladım." ve misver ne zaman onu düşünse, onun için dua ederdi."

burda hz. muaviye daha önce ortaya atılan noktayı detaylandırmakta. özür dilemeden, allah'ın emriyle harekete geçtiğini ve yaptığı şeyi yapmasına onu yönlendiren şeyin içtihad olduğunu beyan eder. içtihad olmasa dahi elbette cemaat fitnesinden sonra yaptığı salih amellerin bolluğuyla yanlışı telafi ederdi.

hadis-i şerifte, "vay ammar'a, isyan eden topluluk onu öldürecek" sözü hz. alinin haklı olduğunun en açık delillerindendir. ammarın ölümü hz. amr bin as ve oğluna ulaşınca onları korku sardı.

ahmedin müsnedde ebu bekir bin muhammed bin amr bin hazmdan babasından naklettiği rivayette şöyle dedi: "ammar öldürüldüğünde, amr bin hazm, amr bin el ası görmeye gitti ve ammar öldürüldü, resulullah "asi grup onu öldürecek" demişti. sonra amr bin el as, muaviyeyi görmeye gidene kadar endişeyle ayağa kalkıp "biz allah'a aidiz ve o'na döneceğiz" dedi. muaviye ona, "senin neyin var?" dedi. amr, "ammar öldürüldü" dedi. muaviye, "ammar öldürüldüyse ne oldu?" dedi. amr, "resulullahin, "asi grup ammarı öldürecek" dediğini duydum" dedi. bunun üzerine muaviye ona şöyle dedi: "kaymışsın! onu biz mi öldürdük? bilakis ali ve arkadaşları onu öldürdüler. onu buraya getirip oklarımızın veya kılıçlarımızın arasına attılar." (sorgulayan "ravileri güvenilirdir" dedi). sonra halka çıkıp "ammarı getirenler onu öldürdü" dediler ve ordu içinde güven tazelendi.

hz. muaviyenin bu hadisi bu şekilde tefsir etmesi onun haksız yere öldürüldüğünü tasdik eden rivayetler ışığında hz. osmanın katillerinin
hak üzere olduğunu tasavvur edememesindendir. hz. osmanın katilleri zalimler olduğundan, asi grubun hz. alinin ordusu içinde olduğuna
dair aklında hiçbir şüphe yoktu. fakat gerçek biraz farklıydı. ihlalciler hz. alinin ordusunun bir parçasını oluşturmuş olsalar da o halife olarak
kaldı. halifeye itaat etmek farzdır.

böylelikle hz. ammarın şehadeti, hangi tarafın haklı olduğunu belirlemek için ayırt edici bir işaretti. ticani,
on ikici şii mezhebiyle gerçeği bulduğunu iddia ediyor. on iki imaməm yanılmazlığı, on ikiciliğin doktrinlerinden biridir.

hz. hasanəm, babası
şehid olduktan sonra kavminin biatını kabul ettikten sonra hz. muaviyeye geçmesi de görüş birliğidir. ticaninin bakış açısını kabul edersek,
"masum" imam hilafeti hz. muaviyeye teslim ettiğinden sağlam akla uyma iddiası da tehlikededir, bu da hz. muaviyenin halifeliğinin "masum"
imama göre geçerli olduğu veya baştan yanılmaz sayılmadığı anlaşılır. ehli sünnet için bir sorun yoktur, çünkü hz. hasan yanılmaz olarak
kabul edilmez fakat hz. muaviye lehine feragat etme kararı büyükbabasının hadisinin gerçekleşmesidir.

peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"bu oğlum bir liderdir. belki de allah onun aracılığıyla iki müslüman grubunu uzlaştırır."

hangi görüş mantık ve akılla uyumludur? son olarak, on ikici şii kitaplarında hz. ali ve hz. muaviyenin hem hak üzerinde olduklarını hem de çabalarının karşılığını aldıklarını
doğrulayan kanıtlar vardır.

şaşırtıcı bir şekilde el kuleyni, el ravda minel kafide(benim notum: bu arada arkadaşlar bu kitap şianin
buharisidir, kurandan sonra en güvenilir dedikleri kitaptır, hadis kitabıdır) muhammed bin yahyadan nakleder: "ebu abdullah el sadikin
şöyle dediğini işittim: "beni abbasın ihtilafı kaçınılmazdır, davet kaçınılmazdır ve el kaimin zuhuru kaçınılmazdır." "davet nedir?" dedim. o
şöyle cevap verdi: "günün başında bir haberci "muhakkak ki ali ve taraftarları kurtuluşa erenlerdir!" diye seslenir. ayrıca, "günün sonunda
bir haberci "muhakkak ki osman ve taraftarları kurtuluşa erenlerdir!" diye seslenir.

hz. alinin hz. muaviye ve destekçilerinin inananlar olduğu ve sonuçta ortaya çıkan savaşın ilmi takdir yetkisi olduğunu, her grubun hz. osmanın katilleriyle nasıl başa çıkacağı konusunda
gerçeğe inandığını doğruladığı şii kitaplarından başka kanıtlar da vardır.

şerif er radi, nehcül belağada, hz. alinin şöyle dediğini bahseder:
"bizim meselemiz suriye halkıyla tanışmamızla aşladı. açık olan şu ki, rabbimiz bir, peygamberimiz bir, islama davetimiz bir. biz onların
allah'a ve resul'e imanlarından daha fazlasını istemiyoruz ve onlar da bizim allah'a imanımızdan ve resul'e imanımızdan bizden fazlasını
istemiyorlar. ayrılığa düştüğümüz tek bir mesele var ki o da osman'ın kanıyla ilgili ve biz o konuda masumuz."

ticani şöyle diyor:
"cennet gençlerinin efendisi hasanı zehirleyerek şehid ettiği halde, onu nasıl âdil bir sahabi sayabilirler?"

yine başka bir yerde şöyle diyor:
"cennet gençlerinin efendisi hasan bin aliyi zehirleyen oyken, onu nasıl böyle tanıtabilirler? belki de, (bu onun ictihadının (yorumunun) bir
yönüydü, fakat yanıldı!) diyorlar."

bu iddia bu nedenlerden dolayı yanlıştır: bu iddia için güvenilir bir kanıt yoktur. kanıt yükü iddia edene aittir. hz. hasanın zehirlenmesini
tartışan rivayetler güvenilmezdir. hz. hasanın arkasında koca bir ordu olduğu ve hala hz. muaviyenin lehine liderlikten çekildiği gerçeğini
düşünürsek, hz. muaviyenin hz. hasandan korkup zehirletmesine ne gerek var? doğru siyaset, hususen fitne zamanından, şüpheden
kaçınmaktır. tarihsel haberler ne kadar zayıf olsalar da, yalnızca şüphelileri sağlar ve suçluları göstermez. ticani hangi gerekçeyle bu
şüpheyi hz. muaviyeye karşı bir mahkumiyete dönüştürüyor?

hz. hasanı zehirlemekle suçlanan kişi karısıydı. bazıları babası el esed bin
kaysın ona talimat verdiğinden şüpheleniyor ve diğerleri onun yezid olduğunu söylüyor. hz. hasanı zehirleyen kişi hakkındaki bu kafa
karışıklığı, suçlunun tespit edilemeyeceğini, aksi halde herhangi bir spekülasyon olmayacağını göstermektedir.

ancak ticaninin "objektifliği"
onu doğrudan hz. muaviyeye götürdü. hz. muaviyenin hz. hasanı zehirlediği iddiasıyla ilgili olarak ibnül arabi el avasim minel kavasımda
şunları söylemiştir: "sadece allah'ın bildiği gayb meselesidir. kanıt olmadan muaviyeyi nasıl suçlarsın, özellikle bu kadar uzun bir aradan
sonra? ehl-i bidat arasında nakledilen asılsız bir habere itibar edemeyiz, özellikle de her bir tarafın uygunsuz olanı bir sonrakine atfettiği bir
fitne zamanında. öyleyse (bu tür haberlerden) apaçık olanın dışında hiçbir şey kabul edilmeyecektir ve büyük ahlaki bütünlüğe sahip
birininki dışında kabul edilmeyecektir."

ayrıca şunları da belirtiyor: "hasanı zehirlemek için gizlice komplo kurduğu söylenirse, bu iddianın iki
nedenden dolayı abartılı olduğunu söyleriz, bunlardan biri, hasanın hilafeti isteyerek teslim etmesi ve muaviyenin hasanı şehid etmesi için
hiçbir motivasyonun olmamasıydı. ikincisi, ondan bahseden rivayet güvenilir değildir ve bazı alimler rivayette kusur tespit etmişlerdir." (el
avasim minel kavasım)

ticani diyor ki:
"milleti kendisini halife olarak tanımaya, yozlaşmış olduğu yezidi halefi olarak kabul etmeye ve şura sistemini akrabasal bir sistemle(benim
notum: yani monarşi) değiştirmeye zorladıktan sonra nasıl onun doğru olduğuna karar verebilirler?"

yine başka bir yerde diyor ki:
"aliden sonra muaviye hilafeti devraldı ve beni ümeyye içinde akrabasal bir sisteme dönüştürdü ve onlardan sonra halifelerin ya kişisel aday
göstermeyle ya da güç kullanarak birbiri ardına geldiği beni el abbas geldi. islam devrinin başlangıcından, islam hilafetini kaldıran kemal
atatürke kadar, müminlerin emiri ali bin ebu talibin dışında doğru bir kabul yoktur."

ve yine başka bir yerde diyor ki:
"milletin beğenisini zorla kendine alan, sonra oğlu yezide veren ve şura sistemini akrabasal bir sisteme çeviren oyken, onun ictihadına nasıl
hükmedebilirler?"

hz. muaviye hilafeti zorla almadı. aksine, uzlaşmadan sonra hz. hasan bin ali tarafından kendisine teslim edildi.

hz. peygamberin hadisi:
"benim bu oğlum bir liderdir. umulur ki allah, onun vasıtası ile iki müslüman firkasını uzlaştırır."

buhari, sahihinde hasan el basrinin şöyle
dediğini nakleder: "hasan, muaviyenin karşısına dağlar gibi askeri birliklerle çıktı. bunun üzerine amr, "vallahi! rakiplerini öldürmeden geri
dönmeyecek askeri birlikler görüyorum" dedi. o zaman iki adamdan en hayırlısı olan muaviye, "ey amr! eğer bunlar öldürülürse, o zaman
halkı yönetmemde bana kim yardıç edecek, kadınları konusunda bana kim yardım edecek, zayıfları konusunda bana kim yardım edecek?"
dedi. sonra ona kureyşten beni abdu şems kabilesinden iki adam gönderdi, abdurrahman el sumare ve abdullah bin amir bin kurayz.
(onlara), "bu adama gidin ve (ona bir barış antlaşması seçeneğini) sunun ve ondan ricada bulunup isteyin!" ona gittiler ve rica ettiler ve
istediler. hasan bin ali dedi ki: "biz benu abdulmuttalibiz, bu servetin bir kısmını elde ettik ve bu ümmet onun büyük bir kısmını kanıyla
harcamıştır." dediler ki: "sana "şunu ve bunu" teklif ediyor ve senden "şunu ve bunu" istiyor." şöyle dedi: "bunu (bu anlaşmanın yerine
getirilmesini) bana kim garanti edecek?" şöyle dediler: "size garanti veriyoruz." sonra onlara, "size garanti veriyoruz" demelerinden başka
bir şey sormadı. sonra onunla barış antlaşmasına girdi. hasan (el basri) şöyle diyor: "ebu bekrenin şöyle dediğini duydum: "hasan ali
yanındayken resulullahın minberde olduğunu gördüm. halkla yüzleşti, sonra hasanla yüzleşti ve "gerçekten bu oğlum bir liderdir. umulur ki
allah, onun sayesinde iki müslüman grubun arasını barıştırır." dedi.""""

ticaninin hz. muaviyenin insanları onun halifeliğini kabul etmeye zorladığı iddiası temelsizdir. hz. hasanın yanında koca bir ordu varken,
nasıl oldu da hz. hasanı zorladı? ticaninin hz. muaviyeyi halifeliği değiştirmek ve onun yerine monarşiyi getirmekle suçlaması şaşırtıcıdır
çünkü hz. muaviyeden önceki halifelerin de geçerliliğini kabul etmemektedir ve onların atanma şeklini de tasvip etmemektedir.

hz. sefine hz.
muhammedin şöyle buyurduğunu anlatır: "hilafet ümmetimde otuz sene kalacak, ondan sonra saltanat olacaktır." (müsned ahmed, cemiül
tirmizi, ebu davud, nesai) (benim notum: arkadaşlar bu hadisin tirmizide geçen hali sanırsam hasendir, yani sahihle zayıf arasındadır ama
sahihe daha yakındır, ebu davudda geçen hali elbaniye göre hasen sahihtir, hasen sahih şu demek yani bu hadisin ravileri sahih hadis
ravileri seviyesine ulaşmış ve hadis birkaç tarikten nakledilmiştir.)

hz. ibn abbas, resulullahın şöyle buyurduğunu anlatır: "bu işin başı
nübüvvet ve rahmettir, sonra hilafet ve rahmet olur, sonra saltanat ve rahmet olur, sonra liderlik ve rahmet olur, sonra bunun için eşekler
gibi birbirlerini ısıracaklar. cihad ve cihadınızın en faziletlisi ribatta (sınırları korumak) ve ribatınızın en faziletlisi asqalandadır." (el
mücemül kebir taberani) el heysemi, "taberani anlatıyor ve raviler güvenilirdir" şeklinde yorum yapmıştır (mecmua el zevaid)

ibn teymiyye, cemial mesailde yezid bin muaviye ile ilgili bir soruya şöyle cevap vermiştir: "muaviyenin vefatından sonra bir fitne dalgası ve bölünme ve parçalanma, hz. peygamberin "nübüvve ve rahmet, sonra hilafet ve rahmet, sonra saltanat ve rahmet, sonra zalim saltanat
olacak" dediğinden beri önceden haber verdiği şeyin bir teyididir. yani nübüvvet dönemi, hulefa-yi raşidin dönemi bir rahmet dönemiydi ve
hz. muaviyenin yönetimi de bir rahmet dönemiydi ve ondan sonra zalim saltanat başladı."

fetvalarında da şöyle demiştir: "şeriatımızda hilafet ve saltanatın bir araya gelmesine zorunlu olarak izin verilir ve bu onun ahlaki, doğru durumunu ortadan kaldırmaz, halbuki mutlak
hilafet en iyisidir." (mecmu el fetva)

hz. muaviye, oğlu yezidin biatına gelince, hiç şüphesiz halkın rızasını istemiştir. sahabelirle, halkın ileri gelenleriyle ve eyaletlerin valileriyle
istişare etti ve yezide biat edilmesi konusunda çoğu kesimden onay geldi.

sahabeden bir çoğu, el hafiz abdulgani el makdisinin söylediğine
göre biat ettiler: "hilafeti geçerliydi. abdullah bin ömerin de aralarında bulunduğu altmış sahabe biat etti." (kayd al şarid min ahbar yezid)

ayrıca, sahih-i buharide hz. ibn ömerin yezide biat ettiği ve medinede bir iç karışıklık çıkınca halkını toplayıp onları yezide isyan etmeleri
konusunda uyardığı sabittir. nafi onun şöyle dediğini nakleder: "medine halkı yezid bin muaviyeden biatlarını geri çekince ibn ömer,
hizmetçilerini ve çocuklarını topladı ve şöyle dedi: "ben, resulullahın "kıyamet gününde her hain için bir bayrak çekilecektir" dediğini
duydum ve gerçekten de biz onun adamına allah ve resulü adına sözümüzü verdik. şüphesiz ben, allah ve resulü adına (bir adama)
beyat eden ve sonra ona karşı savaş açan bir adamdan daha büyük bir ihanet bilmiyorum. sizden kim onu (lideri olarak) geri çeker ve kim
bu işe (isyana) uyarsa, o, onunla benim aramı ayırır.***

diğerlerinin yanı sıra hz. ibnül zübeyr ve hz. hüseyinden muhalefet vardı. hiç şüphesiz hz. muaviye, yezidin halifeliği için ümmetin rızasını
istedi. hz. muaviye, ticaninin iddia ettiği gibi, otokratik bir yönetimi ve yezid için zorla söz almayı amaçlasaydı eğer, onu bir sözle tatmin eder
ve bunu insanlara dayatırdı ama hz. muaviye bunu yapmadı. bilakis, ona karşı çıkanlar ona karşı çıktılar fakat hz. muaviye onları söz
vermeye zorlamak için adımlar atmadı.

belki de hz. muaviyenin yezide biat almasının sebebi, daha fazla ihtilafa mahal vermemek ve ümmetin
istikrarını korumaktı. bu sebeple yezidin seçilmesini ümmetin menfaatine ve otoriteye karşı çıkan insanlarla başka bir fitne ihtimalini ortadan
kaldırmak için olduğunu düşündü. son olarak, ticani için gerçekten şaşırtıcı olan şey, rafizi isnaaşeriyyenin ilke olarak şura standardına
karşı çıkması ve peygamberimizin liderliği açık bir metinle yürürlüğe koymasının gerekli olduğunu iddia etmesidir. gerçekten de ticani
kendisi hz. ebu bekir, hz. ömer ve hz. osmanın halifeliğine karşı çıkıyor, üstelik şura yoluyla atanmalarına rağmen. o zaman neden
kendisinin de karşı çıktığı şura sistemi için ağlıyormuş taklidi yapıyor? yezid şura yoluyla seçilseydi, ticani ve rafızi kardeşleri bunu kabul
edecek miydi? yoksa mesele onlar için hafif mi? cevap şudur: şura bütün müslümanları kapsasa dahi asla kabul etmezler. öyleyse neden
şura ilkesi hakkında ticaniden gelen bu kayırmacılık ve sahte dindarlık var?"

"eleştirmenler hz. muaviye'ye karşı belirgin bir nefret beslemekteler. onun valilik ve hilafet dönemi hakkında çok çirkin sözler söylüyorlar. muhaliflere göre bu, islam'ın her bir adetinin yok edildiği karanlık bir dönemdi. islami kanunlar ortadan kaldırılmış, zorlama ayrıca istibdat yolları geniş bir alana yayılmıştır. dini metodoloji ve ibadetler yerini diktatörlük politikasına bırakmıştır.

ibnül mutahhar el hilli, minhacül kerame fi isbatil-imame adlı kitabında hz. muaviye'ye karşı kendisine yöneltilen tüm suçlamaları topladığı çok kısa bir cümle yazıyor. şöyle diyor: "muaviye, şam'ın valisi oldu ve çok sayıda fitneyi körükledi."

daha önceki ilk tartışmada (şam başlığında) hz. muaviye'nin nebevi dönem, siddiki dönem ve faruki dönemdeki dini hizmetleri kısaca listelendi. şimdi, hz. muaviye ve onun liyakati ve tesiri ile islam tarihindeki dini başarıları hakkında, kendisine yöneltilen itirazları cevaplayacak ve o dönemin yanlış anlamalarını ortadan kaldıracak olan rivayetleri sunacağız. olacak olan sıra, öncelikle hz. muaviye'nin rütbesi ve etkisinin, ardından beni haşim ailesiyle olan mükemmel ilişkisini ve davranışını vurgulayan olayların sunulması olacaktır. bu tartışmaların sadece osmani dönemle ilgili olduğunu da düşünmeyin. daha ziyade, bu yönleri onun kişiliği ve varlığı ile ilgili olarak zikredilmiştir.

hz. muaviye'nin soyu şöyledir: muaviye bin ebu sufyan bin harb bin ümeyye bin abd şems bin abd menaf. (neseb kureyş)

annesinin soyu şöyledir: hind bint utbe bin rebia bin abd şems bin abd menaf. (neseb kureyş, el-isabe) bu soyla, resulullah'ın soyundaki hz. muaviye'nin beşinci atası abd menaf'ın aynı zat olduğu öğrenilmektedir.

resulullah ile bir "kaza umresi" vesilesiyle tanışıp, islam'ı kabul etmesi, ömrünün yaklaşık 18. yılındaydı. mekke'nin fethine kadar anne ve babasından müslümanlığını gizli tuttu.

ailesi (ebu sufyan ve hind bint utbe) mekke'nin fethi vesilesiyle müslüman oldular: "muaviye, umrenin tekrar yapıldığı yıl islam'a girdiğini ve rasulullah'la müslüman olarak karşılaştığını fakat islam'ı babasından ve annesinden gizlediğini söylerdi." (usdul gabe, el-bidaye, tarih bağdat, neseb kureyş, kitab duval el islam, tehdib el esma vel-lüğat, tarih el islam) (benim notum: arkadaşlar buna karşın hz. muaviyenin mekkenin fethinde ailesiyle birlikte müslüman olduğu da söylenir, hangisi sahih bilemeyeceğim).
genel tarihçilerin ve biyografi yazarlarının, hz. muaviye'nin mekke'nin fethi (hicri 8) vesilesiyle müslüman olduğunu söylediğini bilmeniz gerekir. ancak aktardığımız görüş hz. muaviye'nin bizatihi beyanıdır. neseb kureyş ve tarih bağdat'ın yazarı gibi ilk tarihçiler bunu bir zincir aracılığıyla bildirdiler. sonuç olarak, hz. muaviye'nin kendi beyanı başkalarının görüşlerine tercih edilecektir.

bir ailenin diğeriyle kalıcı bağlar oluşturmaları için evlilik bağları esastır. bu bağlar sayesinde bir kabile diğerine yakınlık kazanır, iki kabile arasındaki kalıcı bağ güçlenir ve aralarında merhamet, sevgi, iyi dilek gibi duygular bulunur. şimdi hz. muaviye'nin ailesi ile beni haşim arasındaki bazı aile bağlantılarını önünüzde sıralayacağız, böylece bu iki taraf arasındaki ortak yakınlık herkes tarafından anlaşılsın.

hz. muaviye'nin kız kardeşi hz. ümmü habibe bint ebu sufyan, rasulullah'in hanımıydı. böylelikle ümmü'l mü'minin (müminlerin annesi) olma ayrıcalığına sahiptir ve hz. muaviye, rasulullah'ın kayınbiraderi olma şerefine sahiptir. hz. ümmü habibe'nin adı remle idi. (neseb kureyş, tabakat ibn sad)

hz. muaviye, resulullah'ın kayınbiraderiydi (yani kız kardeşiyle evliydi). ümmü'l mü'minin hz. ümmü seleme'nin akraba kardeşi karibat el suğra hz. muaviye ile evliydi: ".....kayınbiraderi muaviye bin ebu sufyan bin harb bin ümeyye idi. o, ümmü seleme'nin akraba kardeşi karibat el suğra bint ümeyye bin muğire ile evliydi. çocukları yoktu." (kitab el muhabber)

"muaviye'nin kız kardeşi hind bint ebu sufyan bin harb bin ümeyye el ümeviyye, haris bin navfel bin el haris bin abdülmuttalib bin haşim'in karısıydı. oğlu muhammed'i doğurdu." (el isabe, tehdib el tehdib, tabakat ibn sad)

hz. haris bin nevfel, hz. ali'nin kuzenlerinin soyundandır.
"hüseyin bin ali bin ebu talib'in babasıyla birlikte taff'ta (kerbela) şehid edilen bir oğlu ali ekber vardı. annesi leyla bint ebu mürre bin urve bin mesud el-sekafi'dir. (leyla'nın) annesi meymune bint ebu sufyan bint harb bint ümeyye idi." (neseb kureyş, tarih halife bin hayyat) meymune bint ebu sufyan, hz. muaviye'nin kız kardeşidir. bu, meymune bint ebu sufyan'ı hz. hüseyin'in kayınvalidesi ve hz. ali ekber'in anneannesi yapar. hz. muaviye, hz. hüseyin'in hanımının dayısı ve hz. ali ekber'in büyük dayısıdır. şia alimleri bu bağlantıdan şu kaynaklarda bahsetmişlerdir: 1. makatil el talibiyyin, cilt 1 sayfa 54, hz. hüseyin bin ali, onun şehid edilmesi ve onunla birlikte şehid edilenlerin bilgilerine ilişkin bölüm, beyrut baskısı. 2. muntaha el amal, cilt 1 sayfa 464, hz. hüseyin bin ali'nin hanımları üzerine tartışma.

"lübabe bint ubeydullah bin abbas bin abdülmuttalib, abbas bin ali bin ebu talib ile evlendi. vefatından sonra velid bin utbe bin ebu sufyan onunla evlendi." (kitab el muhabber, neseb kureyş, umdat el talib fi ensab el ebu talib) lübabe, hz. ali'nin amcası hz. abbas'ın torunudur. velid bin utbe, hz. muaviye'nin yeğenidir.

"remle bint muhammed bin cafer bin ebu talib, süleyman bin hişam bin abdülmelik ve ardından ebu el kasım bin velid bin utbe bin ebu sufyan ile evlendi." (kitab el muhabber) remle, hz. cafer-i tayyar'ınn torunudur. ebu el kasım, hz. muaviye'nin yeğeninin oğludur.

tüm bu bağlantıları gördükten sonra, şu açıktır: 1. hz. muaviye'nin ve beni haşim'in ailesi çok yakındı. bu nedenle, herhangi bir durumda onları sözlü olarak taciz etmek yakışıksız olur. iki aileden biri tacize maruz kalsa, diğer aileyi taciz etmekle eş anlamlı olur. herhangi bir akrabaya karşı kaba davranışlarda bulunmak, mutlaka diğer yakın akrabayı da olumsuz etkiler. 2. ortadan kaldırılan ikinci yanlış kanı da, bu iki aile arasında kesinlikle hiçbir kabilecilik veya aile önyargısı olmadığıdır. islam, tüm ön yargıları ve taassupları ortadan kaldırmıştır. hz. osman döneminde kabileciliğin geri dönüşü görüşü, gerçekle tamamen çelişki içindedir ve özel olarak uydurulmuş ve ayrıca büyük zorluklarla uydurulmuştur. bu tür aile bağları ve diğer aile bağları bu konudaki istisnai delillerdir. bu olgusal delilleri görmezden gelmek ve kabilecilik bayrağını dalgalandırmak adalet ve hakkaniyeti ortadan kaldırmaktır. allah (subhanehu ve teala) müslümanları, büyükleri hakkında ahirette hayırlı olacak güzel inançlarla ihsan eylesin ve bizi muhalefetten, kin ve nefretten korusun; çünkü bunlar insanın kıyamet günü zararına olacak olandır.

hz. muaviye'nin islam dini için yaptığı hizmetler, islam'ın ihyası için yaptığı çalışmalar ve islam'ın muhafazasında elde ettiği başarılar, allah'ın yardımıyla, resulullah'ın onun için yaptığı çeşitli duaların birer lütfudur. allah, peygamber dilinin bu yalvarışlarına cevap verdi ve onları tecelli etti. onların kutsamaları sayesinde de hz. muaviye'ye dine hizmet etme yeteneği verildi. büyük âlimlerin isnad ile kaydettiği veya güvenilir âlimlere isnat edilen bu dualardan bazıları şimdi iktibas edilecektir.

""'abdurrahman bin umeyre el muzeni, resulullah'ın muaviye bin ebu sufyan için dua ettiğini duyduğunu bildirdi: “allah'ım, onu hidayet ve doğru yola eriştir. onu doğru yola ilet ve onun vasıtası ile hidayete erdir."" (el tarih el kebir, tabakat ibn sad, cami el tirmizi, tarih bağdat, usd el gabe, el bidaye, el fethul rabbani li tertib müsned el imam ahmed bin hanbel el şeybani)

imam buhari, tarihül kebirde hz. muaviye için bir isnadla desteklenen başka bir rivayeti belgeliyor: "ebu idris el havlani - umeyr bin sa'd'dan: "muaviye hakkında ancak olumlu konuşun, çünkü gerçekten rasulullah'ın "allah'ım, ona hidayet et" dediğini duydum." (tarihül kebir) açıklama: hz. ömer bin hattab, hz. umeyr bin
sad'ı (sahabi) həms valiliğinden azledip hz. muaviye'yi vali olarak atadığında, insanlar bu değişikliği eleştirmeye başladılar. hz. umeyr, yukarıdaki rivayeti hz. muaviye lehine zikretti.

"abdurrahman bin ebu umeyre anlatıyor: resulullah şöyle dua etti, "allah'ım, muaviye'ye hesap öğret ve onu cezadan koru."" (tarihül kebir, mecmauz-zevaid)

"irbad bin sariye, resulullah'ın şöyle dua ettiğini işittiğini anlatıyor: "allah'ım, muaviye'ye kitabı ve hesabı öğret ve onu azaptan koru." (el istiab ve el isabe, mevarid el zaman, el bidaye, el fethül rabbani)

imam buhari, tarihül kebirin dördüncü cildinde şöyle belgelemektedir: "sadaka bin halid diyor ki-vahşi bin harb bin vahşi haber veriyor ki-babasından- dedesinden rivayet ediyor, o da şöyle anlatıyor: "muaviye, resulullah'ın arkasında oturuyordu ki, ikincisi sordu: "ey muaviye, vücudunun hangi kısmı bana dokunuyor?" "karnım," diye yanıtladı. resulullah, "allah'ım, onu ilim ve hoşgörü ile doldur" diye dua etti." (tarihül kebir)

not: bu duaların hz. muaviye üzerinde kesin etkileri oldu, tıpkı hz. ali el murtaza için olan peygamberlik dualarının onun üzerinde kalıcı etkileri olduğu gibi, yüce allah tarafından kabul edildi ve cevaplandı.

resulullah, hz. ali'yi yemen'e gönderdi, o da, "ey allah'ın resulü, ben gencim ve hukuk işlerinde tecrübesizim" dedi. resulullah mübarek elini hz. ali'nin göğsüne koyarak şöyle dua etti: "allah'ım onun dilini sabit kıl ve kalbine hidayet ver." (el bidaye)

kesinlikle, allah, hz. muaviye'yi yüksek seviyede bilgi ve anlayışla, cesaret ve hoşgörüyle birleştirdi. allah, onu islam'ın çatısına giren kalabalıkların vesilesi yaptı. onun çabalarıyla birçok şehir fethedildi ve islam yönetimine dahil edildi. islam'ın sözü üstün geldi ve dinin ebedi olarak korunması için düzenlemeler yapıldı. o şehirlerde islami idareyi kurdu. bütün bunlar, resulullah'in dualarının ve yoldaşlığının tesirleriydi. hz. muaviye dönemi, islami yönetimin yıkılması ve sona ermesi olarak kabul ediliyorsa, o zaman rasulullah'ın bu dualarının ne gibi etkileri oldu? resulullah'ın hidayet ve irşat duaları, ilim ve hoşgörü duaları, haşa etkisiz miydi? (biz allah'a aidiz ve dönüşümüz o'nadır).

hz. ali için olan dualar faydalı, etkilidir, halbuki mübarek dilden gelen aynı dualar hz. muaviye için verimsiz mi? bu paradoks oluşturuyor. müslümanların bu mesele üzerinde derinlemesine düşünmeleri ve tefekkür etmeleri gerekir. allah bize asil resulullah'ın tüm saygın sahabileri hakkında kabilecilikten ve aşırılıklardan arınmış doğru inançlar versin.

hz. muaviye'nin entelektüel cesaretini ve yeteneğini açık bir şekilde gösterecek olan bu başlık altında birkaç konu tartışılacaktır.

hz. muaviye hakkında yaygın olarak kabul edilen yönlerden biri, resulullah'ın hizmetinde katip olma şansına sahip olmasıdır. resulullah'ın katipleri arasında sayılmıştır. bu onun yeteneğinin, dürüstlüğünün ve
güvenilirliğinin açık bir kanıtıdır.

hz. muaviye'nin adı, resulullah'ın katipleri listesinde görünür. (el istiab ve el isabe, zadül mead, mecmaüz zevaid, cevami el sirah)

hz. abdullah bin abbas, hz. muaviye'den resulullah'ın bir dizi hadislerini bildirdi ve çok sayıda şer'i hükümde ona güvendi. ayrıca on dinî yönden fakih mertebesine yerleştirmiştir.

şimdi bu konulardan birkaçına göz atalım: 1. vitir meselesi, hz. muaviye'nin adının anıldığı hz. abdullah bin abbas'ın (hz. ali'nin kuzeni) yanında tartışıldı: "ibn abbas, "hiçbirimiz muaviye'den daha bilgili değiliz" yorumunu yaptı." (el beyhakiden el sünenül kübra)

2. buhari'nin rivayeti, vitir tartışması yapıldığında hz. ibn abbas'ın şöyle dediğini belirtir: "bırak onu, çünkü o, resulullah'ın sahabisidir." "dedi ki: "doğru iş yaptı, çünkü o gerçekten bir fakihtir (fıkıh anlayışına sahip kişi)."" (sahih-i buhari, el istiab ile el isabe, usdul gabe)

3. mücahid ve ata (hz. ibn abbas'ın iki ünlü talebesi) hz. ibn abbas'tan rivayet ederler ki, hz. muaviye ona resulullah'ın saçını makasla kestiğini bildirdi. hz. ibn abbas'a, "bu rivayet muaviye'den başkasından bize ulaşmadı" dedik. hz. ibn abbas, "muaviye, resulullah'ın adına uyduran biri değildir" diye cevap verdi. (müsned ahmed)

hz. ibn abbas'ın şöyle dediği rivayet edilir: "ben muaviye'den valiliğe daha yetkin birini görmedim." (tarihül kebir, tarih el taberi, el bidaye, el isabe)

hz. muhammed bin hanefiyye, hz. ali'nin oğludur: "muhammed bin ali el hanefiyye, rasulullah'ın şöyle dediğini duyduğunu söyleyen muaviye bin ebu sufyan'dan bildirdi: "umra (bir kimseye ömür boyu ödünç vermek)
lehlerine verilenlere caizdir." (müsned ahmed)

bir kişi bir başkasına bir eşyayı ömür boyu ödünç verirse, o şey kalıcı olarak onun olur.

ibnü'l kayyim, alem el mukiin adlı eserinin başlangıç bölümünde, fetva konusunda yetkin (insanların hüküm almak için başvurdukları) saygıdeğer sahabe'nin üç mertebeden oluştuğunu söyler. bir grup, hz. ömer, hz. ali, hz. aişe vb. gibi birçok fetva vermiştir. ikinci grup, hz. sıddık ekber, hz. ümmü seleme, hz. osman zinnureyn vb. gibi fetva vermede ılımlıydı. "hz. talha, hz. zübeyr, hz.abdurahman bin avf ve hz. muaviye bin ebu süfyan bunlara dahildir." üçüncü grup, hz. ebu'l derda, hz. ebu seleme, hz. said bin zeyd vb. gibi çok az fetva verenlerdir. (alem el mukiin, tedrib el ravi şerh takrib el nevevi, cevemi el sirah)

bu, hz. muaviye'nin akademik cesareti ile ilgili olarak, tıpkı bu ümmetin fukahaları arasında sayıldığı gibi, sahabe döneminde fetvada yetkin kişiler arasında benzersiz bir mertebeye sahip olduğu anlamına gelir. düşünürlerden ve yasa koyuculardan olması kabul edilen tarihi bir gerçektir.
hz. muaviye'nin dini güvenilirliğini ve akademik bütünlüğünü kanıtlamak için için önemli bir nokta da, birçok ünlü sahabe'nin ondan hadis rivayet etmesidir. bunlardan birkaçı aşağıda listelenmiştir.

ayrıca imam nevevi, hadis derlemelerinde belgelenen hz. muaviye'nin çabasıyla 163 hadisin bildirildiğini doğrulamıştır.

1. hz. abdullah bin abbas el haşimi
2. hz. cerir bin abdullah
3. hz. muaviye bin hudeyc 4. hz. saib bin yezid 5. hz. abdullah bin zübeyr 6. hz. numan bin beşir 7. hz. ebu said el hudri
8. hz. ebu'l derda
9. hz. abdullah bin ömer (el isabe, usdul gabe, tehdib el esma vel-lugat, cevemi el sirah)

daha önce şam başlığı altındaki ilk tartışmada hz. muaviye'nin peygamberlik ve siddiki dönemdeki bazı hizmetlerinden kısaca bahsedilmişti. bunları akılda tutarak, birkaç savaş ve fetih daha burda listelenecektir.

savaşlarla ilgili olarak, hz. muaviye'nin önemli hizmetleri çoktur. önce râşid halifelerin dönemlerinde, sonra da kendi hilafeti döneminde onun vasıtasıyla sayısız fetihler gerçekleştirildi. tüm ayrıntılarını içermek için ayrı bir kitap gereklidir. yine de bu başlığın içeriksiz kalmaması için birkaç olayı kısaca aktaracağız.

1. allame el belazuri, urdun'un (ürdün) fethi ile ilgili olarak baş komutanın hz. ebu ubeyde bin el cerrah ve hz. muaviye'nin abisi hz. yezid bin ebu süfyan olduğunu yazıyor. hz. ebu ubeyde'nin talimatlarına uygun olarak ordu, ürdün'ün kıyı bölgesine yürüdü. birliğin lideri hz. yezid bin ebu sufyan ve hz. muaviye idi. uzun mücadelelerden sonra ürdün'ün kıyı bölgeleri hz. yezid bin ebu sufyan, hz. amr bin el-as ve hz. muaviye tarafından fethedildi. hz. ebu ubeyde, başkentteki hz. ömer'e bu fetih müjdesini gönderdi. hz. muaviye'nin başarıları olağanüstüydü: "muaviye iyi bir performans sergiledi ve üstün bir etkiye sahipti." (futuh el buldan)

2. "kayseriyye hicretin 19. yılında fethedildi. ömer fethini işitince, kayseriyye'nin fethedildiğini duyurdu. o tekbir getirdi, müslümanlar da tekbir getirdiler. 7 yıl kuşatma altında kaldıktan sonra muaviye burayı fethetti." (futuh el buldan)

3. "ömer bin el hattab, muaviye'ye, filistin'in geri kalan bölgelerine ilerlemesini (fethetmesini) emreden bir
mektup yazdı. buna uygun olarak, asqalan'ı fethetti." (futuh el buldan)

4. "umeyr, ümmü haram'ın, resulullah'ın, "ümmetimin denizde savaşan ilk ordusu, muhakkak cenneti hak
etmiştir” dediğini işittiğini bize naklettiğini söylüyor. ümmü haram devam ediyor: "ey allah'ın resulü, ben
onlardan mıyım?" diye sordum. resulullah cevap verdi, "sen onlardansın." muaviye bin ebu sufyan zamanında
deniz yolculuğu yaptı. gemiden indikten sonra hayvanından düşerek yaşamını yitirdi." (sahih-i buhari, sahih-i
müslim) (benim notum: ümmü haram, türkler arasında "hala sultan" olarak bilinen o sahabidir). unutulmamalıdır
ki bu olay, hz. muaviye önderliğinde hicri 28 yılında hz. osman'ın hilafeti sırasında vuku bulmuştur: "o yıl hicri
28'de muaviye bin ebu sufyan bir deniz seferine çıktı. yanında hanımı ümmü haram bint milhan el ensariyye ile
birlikte ubade bin el samit vardı(not: bu arada hz. ümmü haram, hz. ubade'nin hanımıdır, yanlışlık olmasın).
qabras'a (kıbrıs) geldi. ümmü haram (adada) vefat etti ve kabri ordadır." (tarih halife bin hayyat, neseb kureyş,
el bidaye, futuh el buldan)

resulullah'ın cennetle müjdelediği ümmetinin ordusu; liderleri hz. muaviye idi.

onun için bu mühim müjdeye lâyıktır ve nübüvvet lisanı ile allahu a'lem cennet ehlindendir. bu noktada, hz. muaviye'nin deniz seferleri başlatmak için hz. ömer el faruk'dan defalarca izin istediğini, ancak
izin verilmediğini belirtmekte fayda var. hz. osman dönemi başladığında, ulusal çıkarı göz önünde bulundurarak
özel koşullar altında deniz seferlerinin başlatılmasına izin verdi. kıbrıs'a yapılan ilerleme, ilk deniz seferiydi. hz. muaviye'nin komutası altında, büyük sahabe bu savaşta görev yaptı, örneğin hz. ebu eyyüb el ensari(benim
notum: hz. ebu eyyüb, türkler arasında "eyüp sultan" olarak bilinen o sahabidir), hz. ebu'l-derda, hz. ebu zerr
el gifari, hz. ubade bin samit, hz. fedâle bin ubeyd el-ensari, hz. ömer bin sad bin ubeyd el-ensari, hz. vasile
bin eska el kinani, hz. abdullah bin bişr el mazini, hz. şeddad bin evs bin sabit (hz. hasan bin sabit ve hz.
mikdad'ın baba tarafından kuzeni), hz. kab bin el hibr ve hz. cübeyr bin nüfeyr el hadrami. hz. muaviye, hanımıyla birlikte katıldığı bu seferin ordu generali olarak hareket etti. allah (subhanehu ve teala)
onlara muhteşem bir zafer nasip etti ve müslümanlar muhteşem ganimetler elde ettiler. müslüman orduları, kıbrıs
halkı havlu atıp uzlaşma talebinde bulununcaya kadar bu bölgede cihad etmeye devam etti. hz. muaviye
döneminde, onunla birkaç şartla kalıcı bir anlaşma yaptılar. (futuh el buldan)

"osman'ın şehid edilmesinden sonra halk, birlik yılına kadar cihad etmedi. o yıl muaviye, roma topraklarına ordu
üstüne ordu göndermeye başladı. 16 sefer başlatıldı. bir müfreze yaz aylarında ilerler ve kışa kadar roma
topraklarında kalırdı. daha sonra geri döneceklerdi ve başka bir müfreze ilerleyecekti." (el bidaye)

birlik yılı, hz. hasan ve hz. muaviye tarafından uzlaşmaya varıldığı yıldır. daha sonra çok sayıda savaş yapıldı.
karada ve denizde fetihler yapılmış, ellerinde islam'ın sancakları dünyanın en ücra köşelerine dalgalandırılmış ve
gayretleri islam dininin hakimiyetinin yolunu açmıştır.

allame el zehebi duval el islam kitabında bundan bahsetmiştir. şimdi bir göz atalım. yönetim ve yönetimde uzmanlık doğal olarak hz. muaviye'ye geldi. onun
yönetimi altında büyük ve geniş bir islam imparatorluğu vardı.

allame el zehebi şöyle yazıyor: "batıda buhara hudutlarından kayrevan'a, yemen hudutlarından istanbul hudutlarına kadar hicaz bölgesi, yemen, şam, mısır,
fas, ırak, cezire dahil cihan krallığı onun hakimiyetine girdi. ermenistan, roma imparatorluğu, iran, horasan,
dağlık bölgeler ve [oxus] nehrinin (maveraünnehir) ötesindeki topraklar." (kitab duval el islam) (benim notum:
emeviler, bugün bile tarihin gelmiş geçmiş en büyük ilk 10 imparatorluğundan biri, 7cisidir. dünyanın yüzde
8.24ünü oluşturuyorlardı. günümüzün en güçlü devleti olarak gösterilen amerikadan bile yaklaşık 1milyon
300bin kilometrekare daha büyüklerdi, toplam 11milyon 100bin kilometrekarelik bir alanı kaplıyorlardı, ayrıca
döneminin gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğuydu. emevi ve abbasi topraklarının büyüklüğünü geçebilen ilk
imparatorluk, varlıklarından 500 ila 600 yıl sonra yani 1200 veya 1300lerde geçmiş olan moğol imparatorluğudur,
bu imparatorluk günümüzde halen daha gelmiş geçmiş en büyük ikinci imparatorluktur).

hz. muaviye'nin hilafeti sırasında, mekke haramının bazı işaretleri belirginliğini kaybetmeye başladı: "kurz,
mekke'nin fethi günü islam'ı kabul etti. ona uzun bir ömür verildi. haram alametlerinden bazıları halk tarafından
bilinmiyordu, bu yüzden mervan bin el hakem, muaviye'ye bununla ilgili bir mektup yazdı. muaviye, "eğer kurz
bin alkame yaşıyorsa, ona emret, sana âyetleri haber versin" dedi. bu tamamlandı. demek ki muaviye döneminde
haram'ın işaretlerini koyan odur ve bunlar bugüne kadar aynı işaretlerdir." (tarih el taberi, el istiab ile el isabe)

hz. muaviye yüksek ahlaklı bir insandı ve halkına karşı davranışı takdire değerdi. resulullah'ın halkın
ihtiyaçlarının karşılanması konusundaki beyanı ışığında, kitlelerin ihtiyaçlarını sunabilecekleri bir kişi tayin etti.

hz. ömer bin mürre bu konudaki hadisi kendisine anlatır anlatmaz hemen amel etti: "ömer bin mürre, muaviye'ye
şöyle dediğini rivayet eder: "resulullah'ın şöyle buyurduğunu işittim: "allah, her kim müslümanların işlerine
vekâlet verir de o, ihtiyaçlarından kendini çeker ve onları fakirlik içinde bırakırsa, allah onun ihtiyacını
gideremez ve onu sıkıntı içinde bırakır." bunu duyan muaviye, insanların ihtiyaçlarını görmesi için bir adam
görevlendirdi." ebu davud ve tirmizi bunu belgelemiştir." (mişkat, sünen ebi davud)

"ebu meryem (el ezdi el sahabi), (muaviye bin ebu süfyan) yanına girince muaviye, "buraya gel ey ebu meryem"
dedi. ebû meryem, “ben sana bir ihtiyacımı gidermek için gelmedim. ancak resulullah'ın şöyle buyurduğunu
işittim: "kim kapısını fakire ve yoksula kapatırsa, allah da cennetin kapısını onun yoksulluğuna ve ihtiyacına
kapatır."" bunu duyan muaviye eğilip ağladı. sonra, “hadisini tekrar et ey ebu meryem" dedi. böylece tekrar etti.
muaviye daha sonra halka kapıcı sa'd'ı çağırmalarını söyledi. o çağrıldı. muaviye, "ey ebu meryem, sen de
işittiğin gibi anlat” dedi. ebû meryem anlattı. bunun üzerine muaviye, sa'd'a, "allah'ım (şahit ol)! (sa'd'a
hitaben) bunu boynumdan çıkardım ve seninkine koydum. kim girmek için izin isterse içeri girsin. allah
dilediğini benim dilimde onun için hükmedecektir."'" (kitab el kuna)

1. az önceki olaylar gibi, hz. muaviye'nin allah korkusu ve ahiret endişesini vurgulayan olay cami el tirmizi,
cilt 2 2 sayfa 61, muctebai baskı, delhi, zühd bölümleri, şufeyye asbahi'nin kuvveti üzerine rivayet ve gösterişi
ile ilgili bölümler.
2. hz. muaviye'nin tevazu ve sünneti takip etme konusundaki dikkat olayı hz. abdullah bin zübeyr ve ibn safvan.
cami el tirmizi, cilt 2 2 sayfa 100, muctebai baskı, delhi, görgü kuralları ile ilgili bölümler, bir başkası için duran
bir adamın kabul edilemezliği hakkındaki haberle ilgili bölüm.
3. hz. muaviye'nin resulullah'ın beyanının eksikliği ve değiştirilmesinden endişe etmesi ve medine halkını bu
konuda uyarması, cami el tirmizi, cilt 2 sayfa 102, delhi baskısı, görgü kurallarıyla ilgili bölümler, bir olay
uydurmanın kınanması haberiyle ilgili bölüm.

bunlar, kısalık için hz. muaviye olaylarının göstergeleriydi. akademisyenler ve araştırmacılar memnuniyet için
kitaplara başvurabilirler. bunlar hadis ve rivayetlerdir. herhangi bir tarihsel haber türü değildirler.

ibn teymiyye şöyle yazıyor: "muaviye'nin astlarına karşı davranışı, valilerin en örnek davranışlarından biridir.
halkı onu severdi. sahih-i buhari ve sahih-i müslim'de resulullah'ın şöyle dediği sabittir: "liderlerimizin en
hayırlısı, sizin sevdiğiniz, onların da sizi sevdiği, sizin onlara dua ettiğiniz, onların da size dua ettiği
kimselerdir." (minhac el sünne)

minhac al sünne'deki ibn teymiyye belgeleri: "el begavi dedi-süveyd bin sa'id bize anlattı- humam bin ismail
bize anlattı, ebu kays'tan rivayet etti: muaviye her köye bir adam tayin etmişti. aramızdaki adamın lakabı ebu
yahya idi. her sabah tüm toplantıya katılıp sorardı: “dün gece herhangi birinizin çocuğu oldu mu? dün gece
herhangi bir felaket oldu mu? dün gece kasabanıza kimse yerleşti mi?" "evet, yemen halkından biri ailesiyle
birlikte buraya yerleşmiş" diye cevap verir, onun ve aile üyelerinin isimlerini zikrederlerdi. bütün köyü
dolaştıktan sonra, kütüğe gider ve onların isimlerini kütüğe yazardı." (minhac el sünne, el bidaye) kayıt defterinde tüm sakinlerin isimleri vardı. ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik düzenlemeler devlet tarafından
yapılmıştır. burdaki fikir, halkın durumunu kontrol etmek ve ihtiyaçlarını öğrenmek için özel bir bölüm
olduğudur. bu şekilde, kitlelerin ihtiyaçları mümkün olan her şekilde karşılanabilirdi.

az önceki olaylar hz. muaviye'nin yaşam tarzını ve mükemmel sosyal davranışını vurgulamaktadır. ümmetin
büyük âlimlerinin bu beyanları karşısında, âdet ve üslubunun kayser ve kisra'nın âdet ve üslûpları gibi olduğu ve
ömrünün bu şekilde geçtiği propagandasını yapmak, büsbütün haksızlıktır ve âlimlerle zıtlık içindedir. bu sadece
insanlar arasında ona karşı nefret yaymak için yapılan bir propagandadır. bu tablo, değersiz ve güvenilmez
tarihsel haberlere dayanılarak çizilmiştir.

hz. muaviye adil ve tarafsız bir insandı. insanların haklarını en güzel şekilde yerine getirdi.

"leys bin sa'd diyor
ki -bukayr bize bişr bin sa'id'den rivayet etti ki- sa'd bin ebi vakkas bunu doğruladı: "osman'dan sonra bu
kapının sahibinden daha hak sahibi kimseyi görmedim." muaviye'ye atıfta bulunarak." (tarih el islam, el bidaye)

hz. sa'd bin ebi vakkas, cemel ve sıffin savaşlarından kaçınan ve iki taraftan hiçbirini desteklemeyen seçkin
sahabe arasındadır. bu anlaşmazlıklarda tarafsız kaldı. (duval el islam)

böyle büyük ve tarafsız bir şahsiyet, hz. muaviyenin adil davranışından seçkin bir şekilde bahsediyor ve onun
eşitlikle uğraşmada ve hakları yerine getirmede hz. osman'dan sonra yüksek bir mertebeye sahip olduğunu
beyan ediyor. bu tanıklık son derece ağırdır. hz. muaviye'nin davranışını olumsuz bir şekilde tasvir eden
raporlarınsa hiçbir ağırlığı yoktur.

aynı şekilde, el ameş'in (süleyman bin mihran, güvenilir bir tabi'i ve kayda değer bir muhaddis) gelecek tanıklığı
da çok önemlidir. entelektüeller el ameş ve çağdaşlarının döneminin hz. muaviye dönemine çok yakın olduğunun farkında
olmalıdırlar. o yakın devrin insanlarının şahitlikleri, her yönden daha üstündür ve sonraki nesillerin tarihî
raporlarından daha güvenilirdir. bu yolla hz. muaviye'yi zalim ve zalim bir yönetici olarak tasvir eden tarihi
raporlar dikkate alınmayacak ve asılsız ve yanlış olarak etiketlenecektir.

"muhammed bin cevas bize rivayet etti, ebu hureyre el mukattib bize şöyle dedi: ömer bin abdülaziz ve adaleti
hakkında övgüyle konuşmaya başladıklarında el ameş ile birlikteydik. bunu duyan el ameş, "muaviye ile
tanışmış olsaydın övgün ne olurdu!" "hoşgörüsünde mi?" diye sordular. "hayır, allah'a yemin olsun ki,
adaletiyle" diye cevap verdi." (minhac el sünne, el muntaka)

el ameş, hz. muaviye'nin adaletinin ve eşitliğinin hz. ömer bin abdülaziz'inkinden çok daha üstün olduğunu vurgulamayı amaçladı.

bazı aydınlar, onu takdir edecek ve memnuniyetle kabul edecek hz. muaviye'ye öğüt verirdi.

1. "el utbe bana şöyle haber verdi: ebu ümame el bahili, muaviye'nin yanına girdi ve "ey emir el müminin, sen
bizim pınarlarımızın kaynağısın. sen saf isen pınarların pisliği bize tesir etmez ama sen pis isen bizim
temizliğimiz bize fayda vermez. çadırın yalnızca bir sütun desteğiyle ayakta durduğunu fark edin." (kitab el
mucteba ebu bekir muhammed bin el hasan bin durayd el ezdi el basri)

2. hz. muaviye karşısında insanlar açıkça doğruyu söylerdi ve o da buna zevkle kulak verirdi. onun devrinde
doğruyu söylemek eksik değildi. ibn dureyd'in bu kitabından bir başka alıntı da istifadenize sunulmuştur:
"muhammed bize "muaz bize haber verdi” diyerek dimaz'dan haber verdi, o da "ebu ubeyde bana şöyle dedi”
dedi: bir kimse muaviye'ye hitaben, "vallahi ey muaviye, sen doğrulacaksın, yoksa biz seni doğrulturuz!" dedi.
"neyle?" diye sordu. "değnek ile" diye cevap geldi. bunu işiten muaviye, "o zaman biz doğru yola çıkarız" dedi.
(kitab el mucteba, siyer alam el nubala, tarih el islam)

hz. ömer'in yönetiminde buna benzer ünlü bir olay var. birisi ona, "düzelmezsen, biz seni kılıçlarla doğrulturuz"
dedi.

benzer şekilde, insanlar hz. muaviye'ye açıkça doğruyu söyler ve doğruyu söyleme haklarını gözetirlerdi.
hz. muaviye onları bundan alıkoymadı. bu bize şunu öğretir: bu dönemi eleştirenlerin kilitlerin insanların
ağızlarında olduğu iddiası doğru değildir. iddialarını kanıtlayan raporlar değersiz ve güvenilmezdir. her namuslu
insan hakkında tarihten bu kadar değersiz malzeme toplamak hiç de zor değil. allah bize bunun üzerinde
uygulama yapmayı nasip etsin: "açık ve olumlu olanı alın ve kesin olmayan ve olumsuz olandan kaçının.”

hz. muaviye'nin hilafeti zamanında beytü'l-mal ile ilgili anlayış nasıldı ve bu servetin alıcıları nasıl belirlendi? hz.
muaviye'nin gözünde beytü'l mal'ın ne önemi vardı? bu yönün çok fazla açıklığa kavuşturulması gerekiyor.

ancak, kısalık gözetilerek, bununla ilgili birkaç alıntı belgelenecek ve bunlardan çıkarılan noktalar sıralanacaktır.

1. bir cuma hutbesinde muaviye, "hazinenin zenginliği bizim ve fey zenginliği bizimdir" dedi. "onu istediğimiz
kişiden engelleyebiliriz." bu açıklamayı yaptıktan sonra kimse ona cevap vermedi. aynı sözü ikinci cuma'da da
söyledi ama kimse ona karşı çıkmadı. ancak üçüncü cumada aynı sözü söyleyince, birisi karşı çıktı. anlatım şöyle
devam ediyor: "bir adam ona karşı çıktı ve “asla! mal bizim, fey bize ait. kim bizimle onun arasına set çekerse,
onu kılıçlarımızla allah'ın huzurunda yargılayacağız." muaviye hutbesine devam etti. evine ulaştıktan sonra
adamı çağırdı. halk, “helak oldu (cezasını çekecek)" dediler, fakat yanına girdiklerinde onu muaviye'nin
başköşesinde otururken buldular. muaviye onlara, "elbette bu adam bana hayat verdi, allah ona ömür versin"
dedi. rasulullah'ın şöyle dediğini işittim: "benden sonra, konuştukları zaman ıslah edilmeyecek liderler gelecek.
cehenneme dalacaklar." ilk cuma'da bir açıklama yaptım ve kimse bana karşı çıkmadı, bu yüzden onlardan biri
olduğumdan korktum. sonra ikinci cuma'da kimse beni düzeltmedi, ben de onlardanım dedim. ondan sonra,
üçüncü cuma'da beyan ettiğimde, bu adam ayağa kalktı ve bana karşı çıktı. bana hayat verdi (yani zikredilen
ikazdan kurtuldum), allah ona ömür versin." (tarih el islam, tathir el cinan vel lisan ile el sevaik el muhriga) ibn hacer el mekki, bu olaydan sonra yalnız hz. muaviye'de görünen büyük bir erdem olduğunu, bu nedenle bu
tür bir olayın başka kimseden rivayet edilmediğini söyler.

hz. muaviye'nin, elinden geldiğince resulullah'ın ifadelerine göre uygulamaya istekli olduğunu inanarak anlayın. o, haddini aşmamak ve zerre kadar baskı
yapmamak hususunda her zaman bulunduğu konumun bilincinde olmuştur. allah onu bu konuda korudu.
allah ondan razı olsun.

2. minhac el sünne'de bir zincirle belgelenmiştir: "attiyye bin kays, muaviye bin ebu süfyan'ın bir hutbede
onlara hitap ettiğini duyduğunu anlatır: "gerçekten, hazinenizde maaşınızdan sonra size dağıtacağım fazladan
para var. gelecek yıl fazla fon gelirse, aranızda paylaştıracağız, yoksa bana bir sorumluluk yok. elbette bu benim
zenginliğim değil. bilâkis o, allah'ın size geri verdiği bir zenginliktir."" (minhac el sünne, el muntaka, siyer
alam el nubala)

3. ibn kesir, ibn sa'd'la bir zincirle anlatıyor: "muhammed bin el hakem, muaviye'nin vefat etmek üzereyken,
servetinin yarısının beyt'ül mal'e yerleştirilmesini vasiyet ettiğini anlatır." (el bidaye)

büyük alimlerin az önceki ifadeleri şunu ortaya koymuştur: 1. hz. muaviye döneminde dini konularda doğruyu
söyleme meselesi göz ardı edilmedi. insanlar ona gerçeği açıkça söylerdi ve o da bunu kabul ederdi.

2. hz. muaviye, müslüman kamu hazinesi ile ilgili olarak islami emirlere aykırı hareket etmedi. bunun yerine, o malı
allah'ın ve müslümanların zenginliği olarak gördü ve onu islam kanunlarına göre dağıtır ve kullanırdı.

3. hazinedeki eksikliklerin giderilmesi için mal ve servetinin yarısını son günlerinde beytü'l-mal'e yerleştirmek üzere vasiyet etti. bu tam bir dikkat göstergesidir. bu, kamu hazinesi ile ilgili olarak hz. muaviye'ye karşı insanların yaptığı tüm itirazların yanlış olduğunu açıklığa
kavuşturur. eleştirmenler tarihten işe yaramaz malzeme topladılar ve kamu hazinesiyle ilgili tartışma konusu
açtılar. allah onlara iyilik yapmayı nasip etsin ve onlara rehberlik etsin ve onları kabilecilikten ve aile
önyargılarından korusun. onları, muhterem sahabe (radıyallahu anhum) hakkında kötü düşünceler beslemekten
korusun ve onlar hakkında bize islam dininin öğrettiği güzel düşünceleri beslemeyi onlara nasip etsin.

ibn kesir, bu metinde hz. muaviye'nin halifeliği sırasındaki durumdan bahsediyor: "daha önce de açıkladığımız
gibi, hicri 41 yılında bütün halk ona biat etmekte ittifak etmişti. bu süre zarfında vefatına tanık olan hicri 60 yılına
kadar tek halife olarak kaldı. düşman topraklarında cihad devam etti, allah'ın sözü hakim oldu ve dünyanın
dört bir yanından ganimet yağdı. müslümanlar rahatlık, adalet, af içinde yaşadılar." (el bidaye)

hicri 41 yılında hz. hasan ve hz. muaviye hilafet konusunda bir uzlaşmaya vardılar.

birkaç sayfa sonra hz. muaviye için yazıyor: "o, güzel ahlâk sahibi idi, lütufta bulundu, güzelce affedildi ve pek çok (hatasını) gizledi. allah'ın rahmeti üzerine olsun." (el bidaye)

allame el zehebi şöyle yazıyor: "muaviye'nin incelik, eşitlik ve nezaketteki faziletleri pek çoktur." (el muntaka)

az öncekilerin işığında, hz. muaviye'nin hilafetinin eşitlik ve doğruluk üzerine kurulu olduğu ve adalet ve
tarafsızlıkla olduğu açıktır. islami kurallar hakimdi ve bu sayede kitleler rahattı. hz. muaviye tarafından kurulan
mahkemeler tamamen islami düzenlemelere bağlı kaldı ve sorunlar islami yasalara göre aklandı.

hz. muaviye'nin hilafetinde islami politikalara son verme propagandası eleştirmenler tarafından düzenlenmiş, değersiz tarihî
rivayetlerden hazırlanmış olup, gerçeğe aykırıdır ve ümmetin seçkin âlimlerinin kesin beyanlarına karşıdır. bunun
nedeni, hafız el zehebi, hafız ibn kesir ve diğerleri gibi seçkin alimlerin bu konuyu mükemmel bir şekilde
açıklığa kavuşturmuş olmalarıdır: şer'i usuller ve islami sistemler hz. muaviye'nin halifeliği sırasında kaldırılmadı.
bunun yerine adalet galip geldi ve halka nezaket ve iyilikseverlikle davranıldı.

şimdi, hz. ali'nin ailesi ile hz. muaviye'nin ailesi arasındaki yakınlığı ve ilişkiyi vurgulayan konular ele alınacak.

o devrin şer ve fesatçı unsurlarının oyunuyla islam'ın başkentine saldırı düzenlendiği ve üçüncü halifenin bir
kumpasla şehid edildiği daha önce zikredilmişti. bunun üzerine müslümanlar iki gruba ayrıldı. aynı zamanda,
kötüler bölünmüş ve oluşturulan anlaşmazlığı körüklemek için her iki grup arasında kalmıştır. birbirleri
hakkında yanlış anlaşılmalar yayıyorlardı. tartışılan konularda çeşitli şüpheler yaydılar ve bu konuda ciddilik
oluşturdular ve sonunda savaşlara ve cemal ve sıffin gibi hayati tehlike oluşturan olaylara yol açtılar. burda amaç, bu olayların nedenlerini sıralayıp savaşların ayrıntılarını ve sonuçlarını tartışmak değildir. burdaki
amacımız, bu şahsiyetlerin aralarında çıkan ciddi ihtilaflara rağmen birbirleri hakkında ne düşündüklerini tespit
etmektir. birbirlerine hangi hükmü uyguladılar? birbirlerine nasıl baktılar? kalpleri birbirlerine kin ve
düşmanlıkla mı doldu? birbirlerini ebedi düşman olarak mı görüyorlardı? bu talihsiz olayların üzerinden asırlar
geçmesine rağmen, bazı insanlar bugüne kadar hz. muaviye'ye karşı çirkin sözler söylemeye ve küfürler etmeye
devam ediyor. hatta onu kâfir, münafık, fasık olmakla itham ederler ve onun hakkında zan beslemeyi, onun
hakkında şer yaymayı dinî bir görev sayarlar. halbuki aralarında geçici ihtilaf bulunan şahsiyetler, münakaşaya
son verip uzlaşmaya vardılar (hz. ali el murtaza ve hz. muaviye tarafından hicri 40 yılında bir uzlaşmaya varıldı.
ilim kardeşliğini tatmin etmek için burda küçük bir alıntı yapılmıştır: "bu yıl (hicri 40) ali ile muaviye arasında
uzun uzun yazışmalardan sonra aralarındaki savaşı sona erdirmek ve ırak ülkesinin ali ve şam bölgesinin
muaviye'nin olacağı konusunda anlaşmaya varıldı. üstelik ikisinden hiçbiri diğerinin işlerine ne orduyla, ne
saldırıyla, ne de savaşla karışmayacak. her biri diğeriyle savaşmaktan kaçındı. orduları topraklarına gönderdi ve
karar onaylandı." (tarih el taberi, cilt 6 sayfa 81, yıl hicri 40, el bidaye, cilt 7 sayfa 322, ibn cerir'e atıfla, yıl hicri
40)) ve birlik yılından sonra bütün ihtilaflar tamamen ortadan kalktı. bu başlığı aydınlatmak için, bu noktada hz. ali ve soyunun hz. muaviye ve yandaşları hakkındaki görüşlerini
netleştirecek bazı hususlar anlatılacaktır. bu amaca ulaşmak için hz. ali el murtaza ve ailesinin beyanları ve
olayları sırayla sunulacaktır. onlar üzerinde derin derin düşünün.

1. "sa'd bin ibrahim anlatıyor: ali bin ebu talib bir gün adi bin hatim el tai'i eşliğinde ayrıldı. ali'nin yandaşları
tarafından öldürülen tay'dan katledilmiş bir adamla karşılaştılar. adi, “ne talihsizlik! dün müslümândı, bugün
kâfirdir." dedi. ali, "bekle (bu kadar çabuk hüküm verme)" diye karşılık verdi. dün mümin idi, bugün de
mümindir."" (tarih ibn asakir kamil, telkis ibn asakir) (yani bize muhalefet ettiği için imanını kaybetmedi, bilakis
hâlâ mümindir.)

2. "muhammed bin raşid, makhul'dan anlatıyor: ali'nin yandaşları ona muaviye'nin öldürülen taraftarlarını sordular. "onlar mü'minlerdir" diye cevap verdi. bir başka rivayet de şöyledir: ona sıffon'de öldürülenleri sordular, bunlar nedir? "onlar müminlerdir" diye cevap verdi." (tarih ibn asakir kamil, telkis ibn asakir, minhac el sünne, el muntaka)

3. "ukbe bin alkame el yeşkuri anlatıyor: sıffin gününde ali'nin yanında bulundum. muaviye taraftarlarından 15 esir kendisine getirildi. onlardan kim ölürse, ali onu yıkar, kefenler ve cenaze namazını kılardı." (telkis ibn asakir)

hz. ali'nin beyanları, her ne sebeple olursa olsun hz. ali'ye karşı savaşanların mümin olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. yıkanmaları, kefenlenmeleri, cenazeleri ve cenaze namazları doğruydu ve hz. ali tarafından yerine getirildi. onları mümin saymamak, hz. ali'ye itaatsizliktir ve onun yoluna aykırıdır.

hz. ali ve hz. muaviye orduları arasındaki siffin savaşı hicri 37 safer'de meydana geldi. kargaşacılar böylece aşağılık amaçlarında (ayrılık ve anlaşmazlık) başarılı oldular. her iki aydın da içtihad esasına göre savaşmışlar, fakat bu savaşta şer'i sınırları aşmamışlardır. mesela savaştan kaçanları asla öldürmek istemediler, esirleri öldürmediler, hiçbir kadının başörtüsünü kaldırmadılar, kimsenin malını yağmalamadılar, silahını bırakana barış verdiler, öldürülenlerin silahlarını ve giysilerini çıkarmadılar, hiçbir müslüman erkeği ve kadını köleleştirmediler, birbirlerinin mallarını ganimet saymadılar vs.

bunlar için aşağıdaki referansları inceleyin:
1. musannaf ibn ebi şeybe, cilt 4 sayfa 1018, cemel, (kilmi) pir chanda sindh ile ilgili bölüm
2. fathül kadir şerhül hidaye, cilt 4 sayfa 412, asilerle ilgili bölüm, mısır baskısı.
3. nesb el raya, cilt 3 sayfa 463, asilerle ilgili bölüm.
4. el ahbar el tival, sayfa 151, cemel olayı, mısır baskısı.

bundan, bu çatışmanın doğasını öğreniyoruz.

şimdi öldürülenlerin akıbeti ile ilgili olarak hz. ali el murtaza'nın söylediğini öğrenelim: "ali'ye sıffin günü'ndeki öldürülmeyle ilgili olarak soruldu. "bizim ve onların öldürülenleri cennettedir. iş bana ve muaviye'ye dönecek." dedi." (musannef ibn ebi şeybe, mecmaül zevaid, kenzul ummal, siyar alam el nubala)

bu başlık altında, hz. ali el murtaza'nın savaştığı kişilere (örneğin cemel ve sıffin savaşına katılanlar), hz. ali el murtaza'nın hangi bakış açısını takındığını belirtmek isteriz. onlara saygısı ve onları hangi pozisyonda tuttuğu hakkında.

hz. ali'nin ağzından dinleyin: "ali ibn ebu talib'e soruldu ve o, cemel ve sıffin'e katılanlardan isyancılarla savaşma konusunda örnek teşkil ediyor: "müşrikler mi?" "hayır" diye cevap verdi, "onlar şirkten kaçtılar.” “onlar münafık mı?” diye soruldu. "hayır, çünkü münafıklar allah'ı ancak çok az anarlar" dedi. "onların durumu nedir?" diye soruldu. "onlar bize karşı gelen kardeşlerimizdir" diye cevap verdi." (musannef ibn ebi şeybe, el beyhakiden el sünen el kübra, el cami li ahkam el kuran (tefsir el kurtubi))

not: akademisyenlerin bilgisine. hz. ali'nin az önce geçen sözü, birçok alim tarafından kendi kitaplarında belgelenmiştir. özlü olmak üzere tefsir kitaplarında hucurat sûresinde, hadis derlemelerinde cemel ve sıffin ile ilgili olarak, fukaha'nın asilerle ilgili tartışmalarında ve tarih kitaplarındaki ilgili tartışmalarda alıntılanmıştır.

öyle ki, üst düzey şiiler bunu kendi isnadları aracılığıyla hz. cafer el sadık'tan nakletmişlerdir. "cafer, babasından, ali'nin kendisiyle savaşan hiç kimseyi şirk veya ikiyüzlülükle nitelendirmediğini bildirdi. aksine, "bize karşı çıkanlar bizim kardeşlerimiz” derdi." (üçüncü nesil alimlerden abdullah bin cafer el himyeri el şia: kurb el isnad)

hz. ali'nin cemel ve sıffin'e katılanlar hakkında ifade ettiği bu görüş: "onlar bize karşı çıkan kardeşlerimizdir." insanlar onun açıklaması hakkında çok şey söylediler. ancak onun tefsiri, hz. ali'nin başka sözlerinden anlaşılırsa yerinde olur ve uzun münakaşalara girmeye gerek kalmaz. cemel ve sıffin vesilesiyle, hz. ali'nin bazı taraftarları aşırıya gittiler ve muhaliflerini kâfirler olarak etiketlemeye başladılar. bunu duyan hz. ali meseleye açıklık getirdi.

ibn asakir, rivayeti kendi isnadı aracılığıyla şu sözlerle belgelemektedir: "ebu zür'a, cafer bin muhammed'den, bize babasından rivayet etti: ali, cemel veya sıffin gününde, (muhalefete) küfür isnad ederek haddi aşan bir adam işitti. ali dedi ki: "böyle söyleme, çünkü onlar bizim onlara muhalefet ettiğimize inanıyorlar, biz de onların bize muhalefet ettiklerine inanıyoruz. (bu savaşa yol açtı.)" (tarih ibn asakir kamil, tahdib ibn asakir)

ibn teymiyye el harrani, bu rivayeti müsned ishak bin râheveyh'den bir isnad yoluyla şu sözlerle nakletmiştir: " süfyan -cafer bin muhammed'den babasından şöyle dedi: "ali, cemel ve sıffin günlerinde haddi aşan bir adam işitti ve şöyle söyledi: "hayırdan başkasını söyleme. onlar ancak bizim kendilerine karşı geldiğimize inanan bir topluluktur ve biz de onların bize karşı çıktıklarına inandığımız için onlarla savaştık." (minhac el sünne, el muntaka)

şimdi bu anlamı, güvenilir buldukları kitaplardan ileri gelen şiilerin rivâyetlerinden teyit edeceğiz ki, hem sünni hem de şii, bu mesele üzerinde tefekkür imkânı bulsun.

"cafer, babasından, hz. ali'nin savaştaki muhalifleri hakkında şunları söylediğoni bildirdi: "biz onlara kâfir damgası vurarak onlarla savaşmayız ve bizi kâfir diye damgalamaları için de onlarla savaşmayız. bilakis, biz hak üzerinde olduğumuza inanarak iman ederiz ve onlar da hak üzere olduklarından emindirler."" (kurbül isnad)

özetle, hz. ali'nin ifadeleri ışığında, "kardeşlerimiz”in "din kardeşlerimiz” anlamına geldiği ve bağy'in lügat anlamının haddi aşmak, istemek vb. anlamına geldiği hususu açıklığa kavuşturulmuştur. istilahi baghavah (isyan) kastedilmemiştir. az önce belirtilen rivayetler delil niteliğindedir. bagavat'ın istilahi (teknik) anlamı, bir kişinin kendi görüş veya yorumuna dayanarak gerçek bir hilafete karşı çıkmasıdır. hz. ali herhangi bir halifeye asi değildi, yine de bizim onlara karşı bagavat işlediğimize inandıklarını söylüyor. burdan, bagavahın istilahi veya şer'i anlamının kastedilmediğini öğreniyoruz. bunun yerine, dilsel anlama atıfta bulunulmaktadır.

hz. ali el murtaza, hz. muaviye'yi müşrik olarak görmedi ve onu münafık, kafir veya fasık olarak etiketlemedi. bunun yerine:

1. her grup, diğerinin kendi din kardeşi olduğuna inanıyor, ancak kendilerine haksızlık yaptıklarına inanıyorlardı. (daha fazlası değil.)

2. taraflardan her biri kendilerini hak üzerinde, diğer tarafı da batıl ve hata üzerinde görüyordu. bu görüş üzerine çatışma çıktı. bu bir içtihad hatası olarak etiketlenir.

3. hz. ali (duruma rağmen) muhalifleri hakkında iyiden başka bir şey söylenmemesini açıkça ilan etti ve emretti: "(onlar hakkında) hayırdan başkasını konuşmayın." bu da şuan belirtildi.
bu konu ünlü şair hali'nin musaddis hali adlı kitabında yer alan bir şiirinde doğru bir şekilde özetlenmiştir. onun iki beyti şimdi iktibas edilecektir: "aralarında ihtilaflar karşılıklı olarak varsa, bunun temeli ancak ihlas üzerinedir. birbirleriyle tartıştılar, ancak aralarındaki çekişmelerde bir kötülük yoktu. anlaşmazlıkları barıştan çok daha iyiydi." (musaddis hali)

ihlal ve saldırganlık tartışması gündeme geldiğine göre, birkaç yanlış kanıya açıklık getirmek daha iyidir. bu noktada bazı yazarların metinleri belirsizdir ve yanlış anlaşılabilir. örneğin: şerhü'l mevâkıf'ta, yedinci hedef olan imame üzerine tartışmalarda, müfessir, hz. ali'nin hasımları hakkında alimlerin beyanlarını aktarırken şöyle yazar: "bazıları, şiiler ve topluluğumuzun çoğu gibi onları haddi aşanlar olarak nitelemeye başvurdu." (şerhül mevakıf)

buna cevap vermek için asıl tartışmaya açıklık getirecek olan imam rabbani'nin yazısı sunulacak ve diğer alimlerin açıklamalarını da inceleyebilirsiniz.

1. imam rabbani yazılarında şöyle yazar: "mevâkıf müfessirinin yaptığı bu açıklamaya göre, topluluğumuzun birçoğunun hz. ali ile hz. muaviye arasındaki ihtilafın içtihad temelinde olmadığı görüşündedir. bununla hangi grup kastedilmektedir? daha önce de belirtildiği gibi, ehl-i sünnet buna aykırı hükümler vermiştir ve tüm mezhebin kitapları bu konuyu içtihad hatası olarak etiketlemekle doludur. imam gazali, kadı ebu bekir, ibn arabi ve diğer alimler, hz. ali'ye karşı savaşanlara karşı haddi aşma ve sapıklık hükmünün tatbik edilmesinin caiz olmadığını kesin olarak bildirmişlerdir." (mektubat imam rabbani)

2. herhangi bir akademisyen bu tartışma hakkında daha fazla ayrıntı çalışmak isterse, ebu şakur salimi'nin kitab
el temhid'i okuması gerekir, sayfa 168, yedinci görünüm altında (lahor baskısı). ebu şakur salimi, bu
kimselerin haddi aşmasını delillerle reddetmiştir.

3. allame taftazani şerhü'l makasid'de (yedinci tartışma) sıffom'e katılanlar hakkında açık bir şekilde şöyle demiştir: "onlar kâfir, fasık ve zalim de değillerdi, çünkü yanlış da olsa bir yorumları vardı. en fazla söylenebilecek şey, onların içtihadda yanıldığıdır. bu, bırakın küfrü, fıskı dahi gerektirmez. bunun üzerine ali, yandaşlarının şam topluluğuna sövmelerini yasaklamış ve "onlar bize saldıran kardeşlerimizdir" demiştir." (şerhül makasid)

4. benzer şekilde, molla ali kari, şerh fıkıh-ı ekber'de hz. ali'nin hilafeti üzerine tartışma başlığı altında şunları yazmıştır: "muaviye bundan sonra yanıldı ve yaptığını tefsirle yaptı. bu nedenle, o bir suçlu olmadı." (şerh fıkh-i ekber)

özetle, müceddid-i elf-i sani, ebu şakur salimi, taftazani, molla ali kari ve diğerleri gibi büyük alimler, sıffin'e katılanlara karşı tecavüz ve zulüm uygulamasını reddetmiştir. bu nedenle mevâkıf müfessirinin az önceki sözü araştırmaya aykırıdır ve hata olarak etiketlenmiştir. allah onu bağışlasın.

bazı fukaha, hz. muaviye için cevr (baskı) ve ca'ir (zalim) kelimelerini kullanmıştır. hidaye'nin üçüncü cildinde yer alan kadı adabı kitabında şu yazı yer almaktadır: "o zaman zalim bir hükümdara tabi olmak da, adil bir hükümdara tabi olmak caiz olduğu gibi caizdi, çünkü sahabe hak ali'nin elindeyken muaviye'yi takip etti." bunları yorumlarken, fethü'l kadir'de şu görünüyor: "bu, muaviye'nin zulmü konusunda kesindir."

bu konuyu açıklığa kavuşturmak için bir nokta da şudur ki, hidaye'nin kendi zamanındaki sözleri muhalefetin itirazını cevaplamak için yeterlidir, çünkü bize göre hz. ali'nin yaşamı boyunca hz. ali'nin halifeliği doğruydu. ve hz. muaviye'nin hilafeti doğru değildi, daha çok bir içtihad hatasıydı. hz. muaviye bu konuda bir müctehiddir. "bir müctehid yanılır ve haklıdır."

ikinci nokta ise fethü'l kadir şerhinde az önceki sözlerden hemen sonra bu itirazı reddeden bir yazı ortaya çıkmaktadır. orda şunlar yazılıdır: "amaç onun kararı değil, isyanıdır. o halde bu ancak, hasan'ın kendisine (halifeliği) teslim etmeden önce kadılık görevini üstlendiği tespit edildiğinde tamamlanmış olacaktır. ona teslim ettikten sonrasına gelince, o zaman hayır."
(fethül kadir şerh hidaye)

ayrıca bu konu imam rabbani müceddid-i elf-i sani tarafından şimdi gösterilecek olan mektubunda çözüme kavuşturulmuştur. adalet şartıyla da yeterli ve tatmin edicidir. şimdi kelimesi kelimesine alıntılanacaktır. bir bakın: "bazı fukahanın yazılarında hz. muaviye için zulüm veya baskıcı hükümdar kelimesi kullanılmıştır. bunun anlamı, hz. ali'nin halifeliği sırasında, hz. muaviye'nin hilafetinin yanlış ve uygunsuz olduğudur. burdaki cevr'in anlamı, sonucu azgınlık ve sapma olan bir şey değildir. ancak o zaman bu hüküm ehl-i sünnet'in görüşlerine uygun olur. ayrıca istikamet ehlinin kullanımında, bu mahiyetteki manaya aykırı müphem unvanlardan kaçınılmaktadır. içtihad hatasından öte bir şey zikretmiyorlar. seva'ik'te belgelendiği gibi allah'ın hakları ve müslümanların hakları konusunda adil bir yönetici olan hz. muaviye nasıl zalim olabilir?" (mektubat imam rabbani)

(yazinin devami sigmadigindan bu linke ekledim:) anotepad.com/notes/agm5kjw5


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
sahabi, emevi halifesi ve emevi hilafetinin kurucusu. islam tarihinin en tartismali ve en yanlis anlasilan karakterlerinden biri. hakkinda bi ton yalan yanlis bilgi dolasmaktadir.
devamını gör...
islam'a öyle bir kazık atmıştır ki hala da çıkmıyor birileri hazreti filan desin dursun benim gözümde şerefsizin tekidir hatta daha ileri gideyim muaviye islam dünyasının stalinidir. o kadar karaktersizdir yani zaten bu islamcılarla solcular da aynı kafadır boşuna tartışıyorlar. ülkenin ileri gitmeme sebebi bu iki kitledir
devamını gör...
sahabe olduğu için hz. denmeli imiş... islam tarihinde saltanatı başlatan kişi değil mi bu? o meşhur yezit'i iktidara getiren? yaptıkları bir tarafa yezit gibi birisini müslümanların başına musallat eden birisi nasıl mübarek olabiliyor? yine islam tarihinde ilk saray sahibi kendisi. * peygamberin yolundan gitmediği apaçıkken nasıl sahabe olabiliyor? aa, sizin sahabe tanımınız için peygamberi görmüş olmak yeterli...
(bkz: emeviler dönemi) (bkz: ümeyyeoğulları)

ayrıca en çok hadis uydurulan dönem muaviye dönemidir. sünni kaynaklara göre bu.
devamını gör...
hz. hamza'nın ciğerini yiyen kadının oğlu*, hz. muhammed ile devamlı savaşmış bir adamın oğlu*, hz. hasan'ı onun eşinin aracılığıyla zehirlettirmiş adamın kendisi ve hz. hüseyin'i şehit ettiren adamın babasıdır.*
şimdi bu adama hz. deyin isterseniz. kendisi ve kurduğu hanedan islam'ın başına bela olmuştur, topunu allah bildiği gibi yapsın.
devamını gör...
yaptığı işlerde, özellikle hz.ali ve hanedanlık olaylarında, haksız olduğu görüşündeyim ama sahabe olmasından mütevellit hakkında kötü söz etmeye dilimiz varmaz. oğlu yezid'e yardırabilirsiniz.
devamını gör...
çocuğum olursa adına bayezit koymak istiyorum şimdi neden olduğunu anlamışsınızdır merak edenler olmuş da..
devamını gör...
hz. muaviye. bir sahâbî. emevi hilafetinin kurucusu.

aslında düne kadar sahabe, hazreti diye anamadığım biriydi. sonra düşündüm, ben neden hz. muaviye'ye "hazreti" diyemiyorum, düşündüm, düşündüm sebep yok. eski mezhebim şiilikte hz. muaviye kötü bir insandır, bende de şiiliğin etkisi kalmış olduğu için hazreti diye anamıyordum. diğer sünnilerin de şiilerin etkisi altında kalarak hz. muaviye'ye mesafeli baktıklarını düşünüyorum. oysa bizim rivayetlerimizde hz. muaviye kötü biri değil. zaten şii rivayetlerine bakacaksak, haşa hz. ebu bekir de kötü, hz. ömer de, hz. osman da. zaten o kaynaklarda ehli-beyt hariç nerdeyse herkes kötü.

şu alevi kaynağında hz. ebu hüreyre kötüleniyor, sanki hz. muaviye lehinde haşa hadis uyduruyormuş gibi bir imada bulunuluyor daha doğrusu açıkça söyleniyor.

ben şunu merak ederim, hz. ebu hüreyre, nasıl hz. muaviye'nin hizmetçisi olabilir ki, hz. ali ve hz. muaviye arasında savaş çıktığında tanınmış sahâbîler gibi o da taraf tutmamıştır? nasıl sırf para için hz. muhammed'in adına yalan isnat eder ki, kaynağa göre hz. ebu hüreyre, kendi alnının teriyle kazandığı bir tek dirhemi, yüz binlerce dirheme tercih ettiğini söyler?

madem hz. muaviye ve hz. ali düşmandır ve hz. ebu hüreyre hz. muaviye destekçisidir, bu durumda hz. ebu hüreyre'nin hz. ali düşmanı olması gerekir. peki hz. ebu hüreyre nasıl hz. ali düşmanıdır ki, hz. ali taraftarı, ki şiilerin de saygı duyduğu sahâbîlerden rivayette bulunan tâbiîler* hz. ebu hüreyre aleyhinde hiçbir şey söylememişlerdir.

o alevi sitesinin söylediği rivayeti alıntılıyorum:


muaviyecilere ayıp olmasın, ben sahih-i müslim'den muaviye'nin gerçek bir faziletini nakledeyim. ibnu abbâs anlatıyor: ben çocuklarla birlikte oynuyordum. derken resûlullah geldi. beni muaviye'yi çağırmaya gönderdi. ben derhal gittim ve geldim: o yemek yiyormuş! dedim. resûlullah tekrar: git muâviye'yi bana çağır! dedi. yine gidip döndüm ve: o yemek yiyormuş! dedim. resûlullah üçüncü kez: git! muâviye'yi bana çağır! diye emretti. ben yine gidip geldim ve: o yemek yiyormuş! dedim. bunun üzerine: "allah onun karnını doyurmasın!" buyurdular." (müslim, birr 96, (2604).)


işlerine gelince müslim rivayeti sahih, işlerine gelmeyince uydurma oluyor. fakat imam müslim, resulullah'ın haketmeyen birine bedduasını o kimseye bir rahmet olarak değerlendirir. ayrıca resulullah'ın rahmet, bereket anlamındaki bazı beddualarına örnekler de verir. burdan yola çıkarak müslim'in hz. muaviye hakkındaki bu bedduayı da aynı mahiyette kabul ettiğini anlayabiliriz.
devamını gör...
sahabelerin arasında müstesna bi yeri vardır. kendisi vahiy katipliği bile yapmıştır. üst düzey yöneticiliği ve devlet aklına sahip olmasıyla meşhurdur. kendisine hayranlığımdan sebep, ilerde bi erkek evlat nasip olursa adına bayezit *koymak isterim.
devamını gör...
kimi müslümanın gözünde deha,
kimi müslümanın gözünde islam ümmetinin başına gelmiş büyük bir beladır.

deha diyenler; genelde fethettiği topraklar üzerinden değerlendirir muaviye yi.

bela diyenler ise; hilafeti ve valiliği döneminde işlediği suçlar yüzünden bu yakıştırmayı yapar.

muaviye neden sevilmez;

1) sıffin savaşında ammar ibn yasir i şehit etmiştir. (peygamberimiz buyuruyor ki; "ey ammar! senin ölümün azgın bir kavmin elinden olacaktır."
sıffin savaşında ammar ı şehit eden kavim muaviye nin kavmidir.)

2)halid ibn velid in oğlu abdurrahman ı, ibn asal adlı hristiyan bir doktora, humus vilayetinin haracı karşılığında zehirleterek şehid etmiştir. (abdurrahman, bizans la olan savaşta üstün başarıları sebebiyle halkın gözünde muaviye ye karşı rakip olarak görülmeye başlayınca, muaviye bu sahabeyi şehit ettirmiştir. islam tarihinde ilk defa bir müslüman, bir hristiyana öldürtülmüştür. )

3)hücr ibn adiyy adlı sahabeyi beraberindeki 6 kişi ile birlikte kafalarını kestirmiştir.(hz ali ye minberden muaviye nin valileri tarafından cuma hutbesinde sebbedilince, hücr ibn adiyy dayanamaz ve valinin yalancı olduğunu haykırır. bunun üzerine vali, hücr ile beraber 13 arkadaşını şam a sürdürür. hücr ün yanındaki 7 kişi serbest bırakılır. hücr ile beraber diğer 6 kişinin kafası kesilir.)

4) muhammed ibn ebubekir (1.halife hz ebubekir in oğlu) vali atandığı mısır da muaviye nin askerleri tarafından yakılarak şehid edilmiştir.(bir rivayete göre cesedi bir eşeğin karnına yerleştirilip, yakılmıştır.)

5) yezid adına ölmeden önce biat toplamıştır. (böylece hilafet,islam topraklarında babadan oğula geçen bir saltanata dönüşmüştür.)
devamını gör...
14.
asla hazreti diyerek anamayacağım, soycu arap. döneminde uydurma hadis çoktur.
devamını gör...
15.
şam valiliğine atandıktan sonra kıbrıs'ı ve rodos'u alıp bizansları da likya açıklarında bozguna uğratan kişi.
devamını gör...
16.
emevi hanedanının kurucusudur.
devamını gör...
17.
islamcıların joseph stalin'i. babası gibi mekke'nin fethinden sonra müslüman olmuş, osman bin affan döneminde suriye valisi olarak atanmış, sıffin savaşında ali bin ebu talib ile savaşmış olan
devamını gör...
18.
muhammed peygamberi ilk benimseyenlerden ebuzer giffari ve eşini rebeze çölüne süren kişidir.
devamını gör...
19.
şam valiliğine atandıktan sonra kıbrıs'ı ve rodos'u alıp bizansları da likya açıklarında bozguna uğratan kişi.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"muaviye bin ebu süfyan" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim