roman / edebiyat
8.9 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

sabahattin ali'nin kuyucaklı yusuf ve içimizdeki şeytan gibi kültleşen romanlarından biri olan mükemmel eseri.


raif efendi belli bir amaç için babası tarafından apar topar almanya'ya yollanır. gerek kaldığı oteldeki çevresi gerekse kendi umarsızlığıyla amacını unutur ve resim sergilerine, tiyatrolara vs. dadanır.

her şey gittiği bir resim sergisinde karşısına çıkan kadın portresiyle başlar. portre maria puder ismindeki bir kadına aittir ve raif efendi  resmi görür görmez ondan oldukça etkilenir. bu kadında onu kendine çeken bir şey vardır. günler sonra saçma bir anda tablodaki kadınla karşılaşır. ertesi günden itibaren ise neredeyse her gün görüşüp konuşmaya başlarlar. olay üzerine olay yaşanırken tahmin edildiği gibi mutlu bir son olmaz maalesef.


iki kez okudum, ikisinde de aynı etkiyi hissettim. sabahattin ali kelimeleri kullanırken "nasıl ruhlarına dokunurum?" diye mi düşünüyor acaba? gün içinde belki de on kez aynı kelimeleri kullanıyor, belki benzer cümleleri kullanıyoruzdur, fark etmiyoruz hiç ama bu adam yazınca cidden bir başka oluyor.

ayrıca maria puder bana fakat müzeyyen bu derin bir tutku filmindeki müzeyyen'i hatırlattı nedense. hayatlar farklı, evet lakin sevgiye olan inançsızlıkları aynıydı. bir de böyle kadınlar aramızda da var.
eğer çok sevgili kürt mantolu madonna'mız biraz daha erken fark etseydi raif'i sevdiğini, belki de araya yıllar* girmezdi. onu da anlıyorum, raif'i daha çok anladığım doğru olsa da. velhasıl okumalısınız. aşk romanları kategorisinde zirvedir bana göre.

not: alıntı cümle bırakılacaktır.
devamını gör...
sabahattin ali'nin toplumcu gerçekçilik çizgisinden sıyrılıp yazdığı nadide eseri.

not: birazdan okuyacaklarınız kitabın edebi bir incelemesi niteliğindedir, dolasıyla hayli uzun... okumayacak arkadaşlar sol frameden devam etsin.

son birkaç yıldır en çok satanlar listesinden hiç düşmeyen, yediden yetmişe herkesin elinde gördüğüm, bilhassa sosyal medyada kapak yüzü ve içerisindeki sözleri ile yapılan paylaşımlar, sabahattin ali'nin bu eserine müthiş bir popülarite kazandırmıştı. belki üç beş yıl öncesinden başlayan bu furya, belirsizliğini koruyarak bir süre daha devam edecek gibi.

kitabın bu denli bir popülerlik kazanmasının esas mahiyetini merak ediyordum doğrusu. deyim yerindeyse yıllar sonra yeniden diriltildi bu eser. ama neden? neden herhangi bir yazarın, herhangi bir kitabı değil de, sabahattin ali'nin ''kürk mantolu madonna''sıydı. bahsi geçen kitabı öne çıkaran neydi? bunca yıldan sonra nasıl oluyordu da bu kadar geniş bir okur yelpazesinde rağbet görüyordu? kitabı okuma iştiyakımın temelinde yatan sebep buydu. kitabın içeriği ve edebi niteliklerinden ziyade, bir sosyolog gibi, toplumdaki bu popülaritenin sebebini öğrenmek adına okumaya koyuldum.

önsöz' de yer alan ''... dilinde ve anlatımında bir sadeleştirmeye gitmek gibi bir edebiyat barbarlığından kaçınan yayınevi...'' ibaresi bizlere, eseri, sabahattin ali'nin yazdığı kelimeler, cümleler ile okuyacağımız anlamına geldiğini kanıtlıyordu. kitabı okumaya başlamadan sevindirici bir haberdi. buradan yola çıkarsak; her edebi eser gibi ''kürk mantolu madonna''da da, başlıca, dil ve anlatım değerlendirilecek, irdelenecek ve gerekirse eleştirilecektir.

kitabın okuru pek yormadığına dikkat çekmek istiyorum. ilk kez 1943' de basılan eserin, günümüz türkçesine yabancı bir tarafı yoktu. osmanlıca kökenli kelimeler sık kullanılmamış. gayet açık ve anlaşılır bir türkçe ile kaleme alınmış. cumhuriyet sonrası dönemi düşündüğümüzde; harf devrimi ile beraber öztürkçeleştirilmeye çalışılarak üstünde enikonu oynanmış bir dil görüyoruz. böyle bir dilin oturması içinde belli bir zamana ihtiyaç duyulduğu muhakkak. bu çalışmaların devam ettiği dönemde ve henüz oturmamış bir dilde eser kaleme almak ise hem risktir, hem de büyük özveri ister. ''kürk mantolu madonna''yı da dil ve üslup bakımında incelerken bu ayrıntıları göz ardı etmemek gerekir.

sabahattin ali'nin ''kürk mantolu madonna''yı yazarken kullandığı dile hayran kalmamak elde değil. eser, sabahattin ali' nin, döneminin dilsel karışıklığından sıyrıldığını ve tükçeye ne kadar hakim olduğunu bizlere gösteriyor. duyguları ve olayları ifade ederken ki üslubu ise günümüz post-modern edebiyatçıları ve yazarlarına ders verilecek nitelikte. yazar, hiçbir anlam kargaşası yaşatmadan, sade bir anlatımla, duygu çoşkunumlarını ve olayları, rahatlıkla, tahayyül ettirebiliyor okuruna. söze girerken bahsettiğim '' okurunu yormayan'' anlatımı ise belirgin olarak betimlemelerde kendini hissettiriyordu. örnek vermek gerekirse:

--- alıntı ---

tekrar yüzüne baktığım zaman kalın ve biraz dağınık kaşlarını, bir şey düşünüyor gibi, kaldırmış olduğunu gördüm. gözkapaklarının ince mavi damarları belli oluyordu. siyah ve gür kirpikleri hafifçe titremekteydi ve bunların üzerinde mini mini birkaç yağmur damlası parlıyordu. saçları da yer yer ıslanmıştı.

--- alıntı ---

yukarıda maria puder adlı karakteri betimleyen sabahattin ali, bizlere, bayan puder'i kitabın içindeki kelimeler yığınından kurtarıp; gözümüzün önüne getirir derecesinde başarılı bir anlatım sergiliyordu. ve yormadan, bunaltmadan, bulandırmadan...

yalnızca betimlemeler değil; duygu devinimlerini de ifade edişi, yazarı, birçoklarında ayrı bir kefeye koymamızı gerektiriyordu.

--- alıntı ---

... yüzünü görmemiştim. onunla karşılaşmaktan bu kadar korktuğum halde şimdi beş altı adım arkasından yürüyordum. kadın bunu fark etmez görünüyordu. beni görmesi ihtimali karşısında saklanacak yer aradığıma göre ne diye buraya gelmiş ve yolunu beklemiştim? şimdi ne diye arkasından gidiyordum? acaba o muydu? gecenin herhangi bir saatinde bir sokaktan geçen bir kadının ertesi akşam gene aynı yerden geçmesi icap ettiğine nereden hükmediyordum? bütün bu suallere cevap verecek halde değildim. hiç eksilmeyen bir çarpıntı ile arkasından gidiyor ve birdenbire geriye bakıp beni görmesi ihtimalini düşündükçe daha çok heyecanlanıyordum...

--- alıntı ---

dil ve anlatım üzerine sözlerimi tamamlarken birtakım olgular üzerine kafamı kurcalayan sorunlara değinmek istiyorum. yarım asırdan fazla bir süre önce yazılan ve, daha önce bahsettiğim gibi, döneminin dilsel hengamesine rağmen bu denli nitelikli, akıcı, okurun zihnini uyandıran, bağlayan ve anlaşılır bir türkçe ile karşılaşınca doğrusu kendim ve nesildaşlarım adına utandım. dilimiz nereye gidiyor? kullandığımız türkçe ile kendimizi iyi ifade edebiliyor muyuz? sözlerin güzelliğini ve sihrini yavaş yavaş yitiriyor muyuz?... türkçemize sahip çıkmanın ve sabahattin ali çevresinde buna eğilmenin ilerleyen zamanlarda şahsımda çok su götüreceğini de belirtmek isterim.

cumhuriyet türkçesi, diye bir tarz olsa bunun en yetkin yazarlarından biri kuşkusuz sabahattin ali olurdu. zira,...

dipnot: kitap üzerine diğer değerlendirmelerim ilk fırsat bulduğum an devam edecektir. tekrar görüşmek dileğiyle, efendim. esen kalın!
devamını gör...
ince ve bir solukta okunabiliyor. gayet akıcı, anlaşılır bir anlatımı var. içindeki osmanlıca ifadelerin anlamları sayfa sonlarında belirtilmiş.

büyük ölçüde aile yetiştirmesinden dolayı içe kapanık, çekingen ve kendini dünyada gereksiz biri olarak hisseden raif efendi'nin bu kişilik özelliğinden dolayı ilişkinin pasif tarafında kalarak yaşayacağı aşkı gayet güzel anlatmış. ve tabiidir ki hayatın anlamını ansızın rastladığı "o kadın" da bulmuş, tüm mutluluğunu onun üzerine kurmuş, biraz 1920'lerin haberleşme olanaklarının kısıtlı ama çokça da kendisi yeterince atak davranamadığından dolayı, sevgilisi ile aniden kesilen haberleşme nedenini araştıramamış. olayı kovalayamamış, bu cesareti bulamayıp, yıllarca kendisini aniden terk ettiği sevgilisine olayı aslını astarını bilmeksizin içerleyip durmuş. sonrasında kimselere güvenemeyip hayatını kendi tutumu ile mahvetmiş.

raif efendi, insanlar arası ilişkilerin fazla sıkı fıkı olmadığı, üstelik kadın cinsinin günümüze göre çok daha "ulaşılmaz" gösterildiği o dönemde böyle saplantı derecesine varacak tutkuda bir aşk yaşamış. peki günümüzde kimse yaşamıyor mu? pekala yaşanıyor ve en mantıklı, en "cool" görünenlerimizin arasında bile hiç olmazsa hayatının kısa bir dönemi bu tip bir ilişkiyle geçebiliyor.
devamını gör...
sabahattin ali'nin en iyi, türk edebiyatının ise önde gelen eseridir. kusura bakmayın ama bu kitabın sosyal medyaya meze olması, kahve kitap battaniye üçlüsüne dahil edilmesi onun kıymetini azaltmaz. içimizdeki şeytan inanılmaz tespitler içeren güzel bir eserdir, ancak marjinal olmak adına; kürk mantolu madonna'nın önünde saymak, haksızlıktır. hadi içimizdeki şeytan neyse de, kuyucaklı yusuf nedir yahu? müziği kamyon kornası yapıldı diye the godfather filmine sallayalım mı?
devamını gör...
bir sabahattin ali kitabıdır.

sabahattin ali'nin romanları her zaman kendine has olmuştur. okur kitaba başladığı anda üzerinde yazarın adı olmasa da bu kitabın sabahattin ali'ye ait olduğunu anlar.

bu kitap da öyle bir kitap. kendisiyle bolca fotoğraf çekilmiş, kahve masalarına meze yapılmış ve şarkıcı madonna'nın hayatını anlatan bir kitap olduğu sanılmış olsa da aslında bence yazarın en iyi romanı değildir. içimizdeki şeytan seviyesine asla ulaşmamıştır.

filmde tuhaf bir aşk hikayesi karşılar bizi. bir önceki cümlede kullandığım tuhaf sözcüğü olumsuz bir eleştiri değil. almanya'da gördüğü bir tabloya vurulan raif daha sonra bu tabloda kendini çizmiş olan ressama da aşık olur ama hayatın talihsiz yanları hikayeyi kırık bir aşk masalına çevirir.

raif'in hikayesini günlük gibi tuttuğu bir okul defterinden okuyan bir iş arkadaşı sayesinde öğreniriz. insanlar arasındaki iletişimsizliğin birbirimizin hayatlarını ve dahi acılarına ne kadar uzak kalmamıza neden olduğunu gösterir bu kitap bir yanıyla. bir yanıyla da yaşadıklarımızın bizi hayattan el ayak çekmeye kadar götürebileceğini.

madonna'nın hayatını anlatmasa da çok iyi bir romandır.
devamını gör...
oldukça popüler bir sabahattin ali romanı. şahsım da tek bir soluk da okuyup bitirmiştir. fakat sonradan izlemiş olduğum bir tiyatro uyarlaması, farklı bir açıdan bakma imkanı yarattı. bakın şimdi anlatıyorum.

ana karakter genç yaşında küçük bir beldeden, berlin gibi bir şehre gidiyor. aynı, yurt içinde anadolu'nun ücra köşelerinden şehre gelen bir genç gibi.

berlin de bir gece kulübüne gidiyor ve orada çalışan kızlardan birinden oldukça etkileniyor. aynı genç yurt içinde de bir turistik bar yada kabaca pavyona gidip de benzer bir şekilde kendini kaptırabilir ki bu aslında çok da nadir bir durum değil. genç ve tecrübesiz bir erkek, böyle bir ortama ilk defa girdiğinde etkilenmesi çok normal.,

maria, raif in saflığından etkileniyor ve kendini ona daha da yakınlaşırken buluyor. bu da gayet normal. yurt içinde de konsomatris olarak çalışan bir kadın genel olarak oldukça kaba erkekler ile vakit geçirmek zorunda kalırken, saf ve naif bir erkekte daha farkı bir rahatlık, güven bulabilir.

tek bir seferliğine birlikte oluyorlar ve olaylar burada başlıyor işte. çocuğun ilk seferi bu. tabi ki kadına aşık olacak. maria dediğin kadında öyle alelade bir kadın değil ki. görmüş geçirmiş, güzel ve kadınlığını kullanmayı bilen biri.

asıl saçma olan ise, bir şekilde memlekete dönüyorsun tamam ama bunca yıl böyle bir aşkın acısı ile yaşıyorsun ama hiç bir fırsat yaratıp da gidip soruşturmuyorsun, ne oldu bu kadına diye.

sabahattin ali öyle bir anlatmış ki, okurken aklına bunlar gelmiyor insanın. göz yaşları sel oluyor gidiyor ama en temeline inildiğinde "köyden geldim şehre, konsomatrise aşık oldum. kalbim kırıldı."
olayın özeti bu kısaca.

daha uzun uzun yazmak lazım tabi ama öyle fazla şey yapmamak lazım.
devamını gör...
instagram kitabı.
bahsedenlerin çoğunluğunun kitap kafeler veya arkadaşında görüp yanına çay, sigara veya kahve koyarak instagram postu hazırladığı kitap.
içerik olarak bu ve uçurtma avcısı beni çok etkilememişti açıkcası şahsen içimizdeki şeytan'ı daha çok öneririm.
devamını gör...
sabahattin ali tarafından yazılmış türk edebiyatına damgasını vurmuş bir türk klasiğidir. kitabı iki şekilde ele almak biraz daha doğru olur sanki. kitabın başı toplumcu gerçekçi yani fakir fukara bir adam var (raif efendi) kazandığı para kendini ve ailesini geçindirmeye zar zor yetiyor. aile dediysem öyle bildiğimiz klişe mutlu türk aile pozlarından değil. ailesi adamdan nefret ediyor sırf az buçuk parası var diye onu evde tutuyorlar. maaşı olmasa kapı dışarı edecekler adamı. bu raif efendinin birde eski arkadaşı var tesadüfen karşılaşıyor arkadaşı çok büyük işler başarmış çok büyük adam olmuş. kısacası yaz dizilerindeki şirket sahibi adam. raif efendiyle alaylı konuşuyor onu gömüyor. kısacası raif efendinin berbat bir hayatı var. dönemin yoksulluğunu,yoklukla geçen o yılları anlatıyor kitabın başı.

kitabın ikinci kısmı ise bir aşk öyküsü. gençliğinde raif efendi almanya'ya sabun yapmayı öğrenmek için gidiyor. orada biraz çalıştıktan sonra işten çıkıyor. boş boş dolaşan raif efendi bir sanat galerisine gidiyor. galeride kitabın ismini aldığı kürk mantolu bir kadın portresi görüyor. tablodaki kadına aşık oluyor her gün gelip o tabloya saatlerce bakıyor. tablonun yaratıcısı ve tablodaki kadın olan maria puder raif efendiyi fark ediyor ve büyük bir aşk başlıyor. sonra raif efendi babası öldüğü için türkiye'ye dönmek zorunda kalıyor. maria puder' den de bir daha haber alamıyor onu terk ettiğini düşünse de mükemmel sonuyla maria puder'in öldüğünü ve bir çocuğunun olduğunu öğreniyor.
devamını gör...
kürk mantolu madonna, esasında toplumsal bir panoramadır. erkek egemen otoritelerin, krallıkların, monarşilerin parçalandığı 19.yüzyılda, yıkılan sadece saraylar değildi ve erkekliğin hüküm sahası da dağılmış oluyordu. demokrasi ve cumhuriyetin, kadını güdümlü bir arzu nesnesi olmaktan çıkarıp erkeklerle aynı haklara sahip bireye dönüştürmesi, evrensel ölçekte erkekte bir travma yarattı. hayatın içindeki ağırlıklı tasarruf erkini, öncelikliğini, isteyip alma hürriyetini özgür iradeye bırakmak zorunda kalan eril bilincin bu travması, en özgürlükçü erkeklerin kültür sanatında bile farklı melankolik yansımalarla kendini gösterdi. nitekim, tanzimat romanlarındaki aşık, ezik ve sünepe erkek karakterler gibi raif bey de iş yerinde arkadaşlarının, ailesinde çocuklarının nezdinde yok hükmünde, herhangi bir kıymet-i harbiyesi olmayan yeni dünyanın modern loserlarındandı. türkiye'ye dönmek istemiyordu ama buna kendisi karar veremeden dönmek zorunda kaldı, evlendiği kadınla istemeden evlendi, istemediği işleri yapmak zorunda kaldı. yani erk kabiliyeti alınmış bir karakterdi ve kendi hayatına dahi hükmedemiyordu. mevzuya biraz da buradan bakıp ona göre instagramda kahve fincanı eşliğinde "nerede o eski aşklar" feveranları eylememek lazım.
devamını gör...
sesiz bir insanın içini bilmek çok zordur kimi insanlar içi boş olduğu için konuşmadığını zannederler oysa içlerinin doluluğu bazen onları susmaya zorlar şimdi çoğunuz ne alaka filan diyorsunuz. kitabın ana karakteri raif efendi de bunlardan biri. zaten çekingen ve naif kişiliği de sesiz olmaya oldukça elverişli bunun yanı sıra yaşadığı birtakım olaylar da onun böyle bir hayat sürmesine katkı da bulunmuştur. o kürk mantolu madonna raif efendi'nin hayatına öyle bir dokunmuştur ki artık hayat onun gözünde yalnızca kürk mantolu madonna ile başlamış ve onunla da bitmiştir. şu sözü de bunu destekler niteliktedir :"hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim. ikinci defa oynayamam..." nasıl başladı ve nasıl bitti bunu bilen biliyor bilmek isteyen de rahatlıkla okuyabilir.
üstelik sabahattin ali' nin bazı yerlerde bir kadının gözünden dünyayı anlaması ve ifade etmesi oldukça çarpıcı bir detaydı.
devamını gör...
--! spoiler !--

raif bey, çocukluğundan beri ürkek mizaçlı ve utangaç bir insandır. okumakta pek hevesi olmadığından babası tarafından almanyaya gönderilir. çok iyi resim yapmasına rağmen sırf kendinden bir parça barındırır korkusu ile yaptığı resimleri kimseye göstermemiştir. kendi içine kapanıktır ve çoğunlukla hayal dünyasında yaşar. bir gün bir resim sergisinde "kürk mantolu madonna"ya rastlar. bu tablo, raif beyin çocukluğundan beri okuduğu kitaplarda ve düşlerinde tasvir ettiği kadınların bir karışımıdır. onda masum, asil ve biraz vahşi bir ifade bulan raif bey bu tabloya bütün benliği ile aşık olur. bir müddet sonra tabloda gördüğü kadın ile karşılaşır. fakat içini bir korku salar. çünkü tablodaki kadın kusursuzdur. ona duyduğu aşk son derece manalı, her şeyin üzerinde, saf, temiz ve ebedidir. tablodaki kusursuz kadının gerçekte, göründüğü kadar kusursuz olmayışı ihtimali onu fevkalade korkutur.
maria puder .. arkadaş olurlar. fakat maria gerçekten de tablodaki gibi ilginç, zarif, güçlü, güzel ve narin bir kadındır. ve aralarındaki arkadaşlık gittikçe ilerler. ancak raif bey ona bir derece kadar az da olsa sahip olmuşken, elinden kayıp gitmesinden, ona tüm benliği ile sahip olmak isterken elde edebildiği kararından da olmaktan korkmakta ve bu düşünce raif beye cehennem gibi azap vermektedir. maria puder ise gerçekten derin düşünceli bir kadındır. erkeklerin bayağılığı karşısında aşk duygusundan nefret etmiştir. o, tüm mantıklarin dışında, tarifi imkansiz ve mahiyeti bilinmeyen bir aşk istemektedir. gittikçe yakınlaşan raif bey ve maria puder, ikisinin de korumaya çalıştığı mesafeyi aşmış ve bütün bir dostluğu, hissiyatı bir hiç uğruna heba etmişlerdir. raif bey'in korktuğu başına gelmiş ve maria puder ona "kendinde noksan olan kocaman bir boşluğun raif bey ile dolabilegini ve raif beyi de sevmezse kimseyi sevemeyecegini düşündüğünü fakat tüm bunlara rağmen raif beyi de sevemedigini" söylemiştir. çünkü o boşluk geçmemiş, her şeye rağmen hayat aynı sıkıntılı hali ile devam etmiş ve raif bey, her şeye rağmen, bütün yakınlığına rağmen yine maria ya uzak bir yabancı gibi görünmüştür. ayrılmaları gerekir. bir müddet ayrı kalırlar. raif bey o süre zarfında maria puderin evinin etrafında dolaşmış, kendinden geçmiş ve hiçbir şey düşünemez olmuştur. ve bu ayrılık sonunda maria puder hastalanır. bu vesile ile tekrar birleştiler. raif bey maria'ya bakıyor, onu iyi etmek için her şeyi yapıyordur. ve bir gün maria puder, "noksan olanı buldum, noksanlık bende imiş. noksanlık inanmak hissiyatı imiş. beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanmadım o yüzden sana aşık olmadığımı sandım, demek insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar, fakat artık inaniyorum" demistir. bu mesut günlerin ardından raif bey'in babası vefat eder ve memleketine dönmek durumunda kalır. bu süre zarfında maria puder de annesinin yanına prag'a gider. raif bey işleri yoluna koyar koymaz maria'yi yanına alacaktır. mektuplasirlar fakat bir müddet sonra maria'nin mektupları kesilir ve raif beyin gönderdiği mektuplar kendisine iade edilir.
raif beyin dünyası başına yıkılır ve bütün insanlardan kaçar . maria puder bile böyle yaptıktan sonra diğerleri neler yapardı kim bilir? maria kendisine verdiği sözü tutmayacagi için mektuplarını kesmiş ve kayıplara karışmıştır. muhtemel ki başka bir erkekle gönlünü eglendirmektedir.
raif bey'in günleri böyle beyhude ve azap içinde geçer, evlenir, çocukları olur.. fakat bu insanlar kendine kati suretle uzaktır, yabancıdır. yıllar geçer fakat raif bey insanlardan uzak, inançsız, mutsuz ve mariayi hala nasıl bu kadar sevdiğine şaşkın ve kızmış halde hayatına devam eder. bir gün maria puderin akrabası bir kadınla yolları rastlaşır. yanında 8 9 yaşlarında bir kız çocuğu ile dolaşan kadın ile sohbete başlar ve maria puder'in prag'a gittikten hemen sonra gebe olduğunu öğrendiği, çocuğun babası hakkında annesine tek kelime etmediği, yakında gideceği bir seyahatten bahsedip durduğu ve malesef çocuğu doğururken öldüğü haberini alır. o zaman raif bey tam on sene bir ölüye kızdığını, maria puder e çok haksızlık ettiğini anlar. onun hatırasına işlediği cinayet, raif beyi fazlası ile sıkıyor ve ölüm gibi geri dönülmez bir nedenden ötürü ne af dileyebiliyor ne de kefaretini odeyebiliyordur. ve 35 senelik ömründe sadece 4 5 ay yaşamış olduğunu, maria ile ayrıldıktan sonra ve onu tanımadan önce bir hayat yaşamadığını hissediyordur. ve bütün bunlardan sonra raif bey de kimseyle bir kelime konusamadan, herkese yabancı, pişmanlık içinde bu dünyadan göçüp gitmiştir.

--! spoiler !--
devamını gör...
sosyal medyada ergenlerin eline düşmüş olsa da sabahattin ali'nin efsane hissiyatına tanık olabileceğiniz bir roman. canım aliye ruhum filiz adlı kitabında eşine ve kızına yazdığı mektuplardan da gözlemleyebileceğiniz üzere sabahattin ali tam bir gönül adamıdır, bu kitapta da bunu harika yansıtmış. roman, aşk üzerine temellenmiş olsa da dostoyevski'nin, 'bu dünyada zekası ve hissiyatı normalin biraz üzerinde olan herkes acı çekmeye mahkumdur.'* sözünün kitaplaşmış versiyonudur. insanın psikolojisini, duygularını hatta sorunlu bir aile yapısını eksiksiz anlatır. okuyun okutun, ergenlerden dolayı önyargılı yaklaşmayın.*
devamını gör...
bir sabahattin ali kitabı.

tv8 programında yayınlanan ''aramızda kalmasın'' programında trajikomik bir olay yaşanıyor. kadın kitap hakkında yorum yapmak istiyor fakat kitapta bahsi geçen madonna'yı, pop sanatçısı olan madonna zannediyor (işin ilginç yanı ise, kitabı okuduğunu beyan ediyor olması). cringe olmak isteyen arkadaşlar buradan ulaşabilirler.
devamını gör...
aklınız başınızdayken okuyun. yoksa kelimelerin taşıdığı anlamları kaçırır ve populer kültür romanları gibi okuyup iki gözyaşı döküp hiç bir şey hatırlamadan yolunuza devam edersiniz.

çünkü ben yaptım. pişmanım.

lise edebiyat dersinde çok sevdiğim hocamın ödev olarak okuttuğu sıralarda (zorunda olduğumdan sebep sanırım) çok sevmemiştim. üniversiteye geçince bir şekilde kütüphane sıralarında dolanırken gözüm takıldı ve yeniden okumayı denedim. sonra bilin bakalım ne oldu?


"birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?"
devamını gör...
15.
sebahattin ali nin bana göre en çarpıcı romanı... basit bir aşk hikayesini öyle güzel anlatmış ki, sanki içindeymiş, aynı duygulara kapılıyormuşsunuz hissi veriyor. bence türk edebiyatındaki mihenk taşlarından biri bu eser. yalınlık ve dil kullanmadaki başarıya örnek olarak gösterilebilir.
devamını gör...
kitabı an itibariyle bitirdim. *
kitap her yerde karşıma çıkıyordu bu sebepten bir uzaklaşma oldu bende. sonrasında zaman geçtikçe dur bakalım bir ben okuyayım nedir ne değildir bir görelim dedim.

ilk başlarda biraz durağan geçiyor hatta bazı sebeplerden dolayı araya mesafe girmişti ve açıkçası gidişat ve zaman farkı beni korkutmuştu.
lakin okudukça, kitap içine aldıkça aldı beni. genç raif'in kendi içinde yaşadıkları, bunları ailesinin bile bilmemesi daha sonrasında 10 yıl boyunca inandığı gerçeğin aslında çok başka bir gerçeğinin olduğunu öğrenmesi...
ayy daha çok şey var söylenecekte raif gibi ben de kendime saklayayım .

şimdi gözlerimi kapar maria puder ve raif'i düşünürüm kimbilir belki benim rüyamda yeni bir başlangıç yaparlar.
devamını gör...
17.
sabahattin ali ile tanıştığım kitap.
popüler kültürün birçok şeyini sevemesem de değerli eserleri tanıtması beni sevindiriyor. wattpad kitapları yerine bu kitapları okumaya başlayan ergenler, şimdiden bu kitapla tanıştığınız için şanslısınız.
devamını gör...
overrated kavramının ete kemiğe bürünmüş hali türk edebiyatında olsa olsa bu kitap olurdu herhalde.
kitap iyi hoş ama bu kadar abartılması ve bu derece sahiplenilmesinin bence mühim bir sebebi var.

böyle bir araştırma yoktur elbette ama sanıyorum bir dönem sosyal medyada en çok paylaşılan kitaptı kendileri. zaten daima çok satanlar arasında olan bir kitap aynı zamanda. peki neden? neden bu kitap bu kadar çok okunuyor, bu kadar çok öneriliyor, bu kadar çok paylaşılıyor?

kitaplar bir mesaj taşır fakat kitap okumak da bir mesaj taşır.

orhan pamuk "saf ve düşünceli romancı" kitabında bununla ilgili bir örnek vermişti şimdi tam net hatırlayamayacağım ama örneği üç aşağı beş yukarı yazabilirim sanırım. verdiği örnekte üniversiteli bir kız james joyce'un ulysses romanını gururla elinde gezdiriyor. sonra tramvayda bir kızla karşılaşıyor. kızın tarzından, konuşmasından, kıyafetinden "bayağı" bir kız olduğu sonucuna varıyor ve ulysses romanı okuduğunu fark ediyor. kendisi gibi bu bayağı kızın da bu romanı yanında taşımasına hatta okumasına müthiş öfkeleniyor falan.
yani okunan kitaplar dışarıya bir mesaj taşır bizden ve bazen bu mesajı bizzat biz kendimiz kurgularız. "ulysses'i okunacaksa ancak bunu ben ve benim gibi seçkin bir zümre okumalı. bu kitap bize yaraşır. buna ne oluyor da bu kitabı okuyor? bununla aynı komüntede yer alamam ben"
(ulysses'i ben okuyamadım bu arada. dünyanın en zor romanlarından olabilir :d)

neyse. kitabın bu kadar çok okunması bir tarafa bu kadar çok paylaşılması önerilmesinin sebebinin kitaptaki ana alt metin olduğunu düşünüyorum. nedir o alt metin? kitabın daha ilk paragrafında yazar bunu açıkça ifade ediyor zaten. kitap da bu altmetin üzerine ilerliyor sürekli. hemen bakalım;


halbuki o hiç de fevkalade bir adam değildi. hatta pek alelade, hiçbir hususiyeti olmayan, her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan
geçtiğimiz insanlardan biriydi. hayatının bildiğimiz ve bilmediğimiz taraflarında insana merak verecek bir cihet olmadığı muhakkaktı. böyle
kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi kendimize sorarız: "acaba bunlar neden yaşıyorlar? yaşamakta ne buluyorlar? hangi mantık,
hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor?"
fakat bunu düşünürken yalnız o adamların dışlarına bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de işlemeye
mahkûm birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir iç âlemleri olacağını hiç aklımıza getirmeyiz. bu âlemin
tezahürlerini dışarı vermediklerine bakıp onların manen yaşamadıklarına hükmedecek yerde, en basit bir beşer tecessüsü ile, bu meçhul âlemi
merak etsek, belki hiç ummadığımız şeyler görmemiz, beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün olur.



yani aslında kitap sık sık aslında son derece sıradan görünen, herkes gibi davranan, bomboş yaşayıp giden insanların bile esasen içlerinde ne büyük fırtanalar koptuğunu, içlerinde keşfedilmeyi bekleyen ne büyük hazineler olduğunu söylüyor. kitap herkes gibi gözüken, sinik, sıradan insanların keşfedilmesi üzerine bir kitap zaten. buna da psikolojik betimleme falan diyoruz.
raif efendi'nin ilk bölümde ne çeşit bir adam olduğunu, ne derece silik bir adam olduğunu görüyoruz sonra günlüğünü bir açıyoruz ki aman allahım adam ne fırtınalı bir aşk yaşamış, neler neler de düşünmüş falan diyoruz.

"bana da bakın" çağında bu kitap bulunmaz bir nimet bu yüzden.

21. yüzyılda, sosyal medya çağında bu kitabın bu derece çok paylaşılmasının sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. sıradan, silik, pasif insanların keşfedilmeyi bekleyen büyük hazineler içerdiğine herkesi inandırmak istiyoruz çünkü biz de herkes gibi toplum içerisine karıştığımız zaman sıradanlık zırhlarımızı üzerimize çekiyor ve herkes gibi gözükmeye özen gösteriyoruz.
kitap bu makus talihin kırılması için bir araç aslında. sıradan insanların o kadar da sıradan olmadığını, bir tanısanız neler neler vadettiğinin mesajını veriyor.

bu sebepten fark edilmek isteyen 21. yüzyıl sosyal medya insanı homo economicus için bu kitabı dış dünyaya göstermek epey işlevsel bir araç.
emsallerine göre bir miktar kısır bir kitabın bu denli göklere çıkartılmasının sosyolojik gerekçesinin esas olarak bu olduğuna inanıyorum. sosyoloji bağlamında bir tez yazacak olsaydım bu konu ekseninde bir çalışma yapmayı ciddi ciddi düşünürdüm.

bana da bakın çağı entry sırasında ortaya çıkan hoş bir sınıflandırma oldu. literatüre eklensin hemen. :d
(bkz: bana da bakın çağı)
devamını gör...
sabahattin ali'nin en son yazdığı romanıdır. türk edebiyatındaki yeri oldukça önemlidir ve okullarda okutulan bir kitap haline gelmiştir.

kitabın ana karakteri raif efendi masa başındaki işinde sessiz sakin bir şekilde çalışarak yaşamını devam ettirir. yaşı ilerlemiş olan raif efendi iş yerinde diğer çalışanlarla fazla münasebete girmeden boş zamanlarında kitap okuyarak vaktini geçirir. bir gün oradaki yeni çalışan rasim ulaştırması gereken bir çeviriyi raif efendinin evine götürdüğünde, evdeki manzarayla neden durgun bir kişiliğe sahip olduğunu anlar. kendisini sevmeyen eşi ve ilgisiz kendi hallerinde çocuklarıyla mutsuz bir aile hayatı vardır raif efendinin. raif bey bir gün hastalanır ve yataklara düşer. rasim'den çekmecesindeki defterini yakmasını istese de rasim defteri okumaya başlar. içerisinde raif efendinin başından geçen olaylar yazılıdır.
raif efendi başkalarının istediği gibi yaşamaktan kendi hayatını önemsemeyen biridir. bir gün babasının sabun yapmayı öğrenmesi için almanya'ya gitmesini istediği için berlin'e yola çıkan raif efendi, hayatının orada değişeceğinden habersizdir. berlin'de bir sanat galerisinde madonna'yı andıran bir tabloya hayran hayran baktığı sırada, tablodaki kadını kanlı canlı karşısında görür. isminin maria puder olduğunu öğrenen raif efendiyle kürk mantolu madonna arasında etkileşim başlar. güzel bir arkadaşlık ilişkisi raif efendi için farklı yöne doğru ilerlese de kadının sürekli arkadaş olduklarına dair hatırlatmalar yapması dolayısıyla ilişki mesafeli devam eder. babasının öldüğü haberini alan raif efendi türkiye'ye dönmek zorunda kalır. bir süre mektuplşatıktan sonra kadından gelen mektuplar kesilir. on yıl sonra sokakta bir kadın ve çocukla karşılaşan raif efendi çocuğun maria puder ile kendisinin çocuğu olduğunu ve maria'nın doğum sırasında öldüğünü öğrenir.

raif efendinin yaşamının son zamanlarında öğrendiği gerçekle yüzleşmenin ağırlığıyla, gençliğindeki mesafelerin engel olduğu aşkının ısdırabını taşıyamayacak kadar zor bir ruhsal çöküntünün altında, mutsuz ve ilgisiz bir aileyle katlanmak zorunda olduğu hayatını ilmek ilmek işlemiştir sabahattin ali.
devamını gör...
sabahattin ali'nin açık ara en iyi eserlerindendir. bir kaç yıl önce neymiş bu diyerek merak edip okudum. özetle, hayatın anlamını sorgulayan, kendi halinde, sessiz ve sinmiş bir genç olan raif edendi'nin; almanya'ya okumak için gittiği sırada gezdiği resim sergilerinden birinde gördüğü genç bir kadın resmine olan tutkusunu işliyor. düzenli olarak resim sergisine gidip genç kadının resmine bakıyor aşık olmuş anlayacağınız. bir gün resmin kendisi ile de tanışıp unutamayacağı bir aşk yaşıyor. sonu klasik türk filmleri gibi bitse de romanda en sinir olduğum karakter raif edendi oldu. abicim tamam anladık aşık oldun da neden kız mektuplaşmayı bırakınca triplere giriyorsun ki. kendi kendine aşkının bittiğini düşünüyorsun. belki de kız öldü, hastalandı vs vs. neden en imkansız olanı düşünüyorsun yani. resme olan aptalca tutkunu ayrılıkta da sürdürüyorsun. (resme aşık olduğunda da gidip de yaa bu eser kimindir, resimdeki kadın kimdir vs diye sorgulamıyordu.) cidden sinir etmişti beni. o kadar sinmiş biri ki aşık olduğu kadından bir kızı oluyor ona ben senin babanım bile diyemiyor. bu adama aşk meşk fazla. ben mi aşkı çok yanlış anladım raif efendi mi aptal bilemedim. insanı sinir küpü eden kitap. haa sevmek zamanı filmi ile de karıştırılmasın. sevmek zamanı filminin senaryosu orijinaldir. kaldı ki filmdeki halil sevdiği kızın peşinden sonuna kadar gidebilen biridir. tıpkı gerçek hayattaki olabilecekler kadar gerçek bir filmdir yani.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"kürk mantolu madonna" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim