261.
bir dakika, bir yere bakıp geleceğim, dedi. bunu kaçıncı seferdir söylüyordu, tuhafı mavi iyiden iyiye soğumuştu. bir kadın saçına dokundu ve buse dedi onun adı buse ve beni duymuyor. gözlerini kaçırmasa kızı yerine ona ben anne diyecektim. ayakkabılarına baktım rahattı, yolu uzundu, rahat olmalıydı.

adam sigarasını yaktı ve başını kaldırmadan konuştu; biliyorsun bando takımları daire şeklinde yürüyorlar, dedi. öyleyse artık oraya gidemem dedim, o an ormanda bir ağaç daha büyüdü. kırk yıl saydım çizgilerini. yapraklar merhametini solumuş ve sorum masada kalmıştı. üstümü aceleyle giyindim. cebimin biri nemliydi diğerinde bir çiçek buldum. dokununca bando takımı çalmaya başladı. kollarımı boynuna doladım, kulağına fısıldadım; çiçeğim kırmızıydı.
devamını gör...
262.
[only piano - loneliness]
buz kristallerinin yüzüme saplandığını hissettim o ân sadece. ve saplanan bu tiz acılar, gözlerimden akan sıcak sıvıyla birlikte eriyip gitti..
hayatım, uyandığın rüyayı hatırlamamak gibi ilerliyordu. geçmişimden geçen tüm benler, unutulmuş ama biraz zorlasan dilinin ucundan kopacak kadar bendi.
fakat yine de hatırlamıyordum. ben sadece bugüne sıkışan bir gün gibiyim. yarınlar beni yeni bugün olarak yaratıyor ve ben dünde kalan bugündeki beni hatırlamıyorum.
aklımın sınırları, kafamı patlatırcasına baskı uyguluyor bana. düşüncelerin kurmaca dünyasında yaşıyor, rüya görüyor, uyuyor, uyanıyordum. bu kadar fazla katmanın içinden ben, kendimi -eğer gerçekten gerçekse- arıyordum. bulmaya çalışıyordum.. elime değen şey ise yansımadan ibaret kalıyor. aynalar dolusu düşünce dünyasında kendi yansımam hangisi olabilirdi? bunları yazan kişi mi, yarın doğacak olan yeni kişi mi, dünde kalan ve aslında bir dün öncesinde de bugün sayılan o dünkü kişi mi? açıklık getirilmesi gerekiyor bu kurmaca dolusu karmaşaya fakat şu kapalılık, açılır mı bir gün emin olamıyorum.
devamını gör...
263.
peki neden benimle konuşuyorsun? diye sordu kadın.
kızıl saçlarını rüzgârda savurtan bir kadınla kim konuşmaz ki? dedi adam bir ayağıyla gelen dalgaya vurmaya çalışarak. esmer teninde dalga daha da esmer iz bıraktı. kırk derece sıcak havada, denizin bu kadar dalgalı olmasının sebebi rüzgar gerçekten de kadının kızıl saçlarını savurtuyordu.
kadın adamın dediğini umursamadı. porselen beyazlığında bir ayağını o da dalgaya doğru uzattı.
bir deniz anası usul usul onları izledi uzaktan.
ne giriş cümleleri duymuştu deniz anası.
adamınki şiirsel bile değildi. yeni tanıştığı biri için fazla girişkendi.
kızıl saçlı kadını etkilemesi pek mümkün gözükmüyordu ki beklenmedik bir şey oldu.
adam eğildi ve dalgaların ıslattığı deniz kumundan bir avuç dolusu alıp kadının suratına fırlattı.
ne olması bekleniyordu? kadının tokat atması? kadının koşarak kaçması…
eğlenceli bir gündü denizanası için.
bir aşkın doğması hep eğlencelidir diye düşündü hayvan, kadın da bir avuç kumu alıp adamın suratına boca ederken. sonrası ise hüsran...
devamını gör...
264.
baykuş
uzun zaman önce canlılara güvenmeyi bırakmış bir kadın vardı.evinin camından bakarken bir baykuş gördü bir gün.baykuş kendine konacak bir yer arıyordu belli ki ama her konduğu yerden ya bir kedi ya bir köpek ya da haylaz bir çocuk yüzünden hemen uzaklaşmak zorunda kalıyordu.camdan onu ve çabasını izlerken kendini hatırladı kadın ne kadar da kendine benziyordu.bir türlü yer edinememişti o da kendine bu hayatta.baykuşa yardım etmeye karar verdi aniden,camının kenarına onun için bir yer bile yaptı hatta.baykuşun bu yeri bulması kolay olmadı,kadın baykuşun ilgisini çekmek için bir çok yol denedi ama olmadı.sonra bir gün kadın aşağı inip baykuşa anlatmak istedi yapmak istediği şeyi;ona yuva olmak istediğini.neden olmasın çoğu zaman hayvanlar daha iyi anlayabiliyordu insanları insanlardan neden anlamasın baykuş diye düşünüp durdu kadın.derken tüm cesaretini ve ümidini toplayarak yaklaştı kadın baykuşa.tam baykuş kadının onu kovalayacağını sanıp kaçacakken elindeki et parçasını gösterdi kadın ona ve tıpkı bir insanla konuşur gibi konuştu onunla,açıkça belirtti niyetini.baykuş eti görünce durdu ve yavaşça yaklaştı kadına tekinsiz bir şekilde eti alıp havalandı sonra.korktu kadın ama korkuyla beraber sıcacık bir duygu kapladı içini şefkatti bu,bağlamıştı ikisini ya da en azından kadını baykuşa.o olaydan sonra her gün cama et parçası koymaya başladı kadın.ilk günlerde yine dikkatini çekemese de sonraları başarılı oldu.baykuş artık onu görüyor cama gidiyor eti alıyor ve havalanıyordu.kadının asıl amacı yuva olmaktı ama baykuş hala güvenememişti kadına .sonra bir gün kadın uyandığında baykuşun camın kenarına tünediğini gördü dünyalar onun olmuştu,başarmıştı sonunda yuva olabilmiş,şefkatine karşılık bulabilmişti.artık yerleşmişti baykuş kadının dünyasına ,camının kenarına tünüyor kadının verdiği eti yiyiyordu.bu uzun bir süre böyle devam etti sonra bir gün kadın dokunmak,başını okşamak istedi baykuşun.ama beklediği gibi olmadı;baykuş az önce kendisine et veren eli tanıyamamış,şefkatine karşılık bir dokunuşu çok görmüş etini alıp uçuvermişti.üzüldü kadın.sonra kendini teselli etti ve baykuşu belki de olmayan senaryolarla haklı çıkardı.güya daha önce insanlar ona çok kötü davranmıştı ve baykuş bu yüzden güvenemiyordu.ertesi sabah yeniden baykuşu yerinde görünce rahatladı kadın.belki de pişmandı baykuş.bir parça eti alıp uzattı baykuşa ve seni anlıyorum geçmişte çok acı çekmiş olmalısın der gibi bakarak kapattı camı.günler böyle geçip gitti artık vazgeçilmezi olmuştu kadının baykuş,sürekli onu düşünüyor elini o yumuşacık tüylere değdireceği günün hayalini kuruyordu.neden olmasın diye düşündü hem belki iyice alışınca evin içine bile alabilirdi onu sonuçta uzun zamandır beraberlerdi ve kadının şefkatini ,bağılığını anlamış olmalıydı baykuş .kadın böyle düşüncelerle daldı o gece uykuya .ancak sabah hayal ettiği gibi olmadı ,baykuş yerindeydi evet ama başka bakıyordu sanki gözleri anlayamadı kadın önce sonra saatine bakınca et saatinin geçmesine bağladı durumu.acıkmıştır tabi diye düşündü mutfağa koşarken,aldığı et parçasını uzatırken özür diledi baykuştan anlamasını bekleyerek ama baykuş hareketlerindeki şefkati,mahcubiyeti anlamak bir yana dursun beklemedi bile bir hışımla eti alıp havalandı .o kadar sert ve hızlı olmuştu ki olay kadın parmağındaki acıyı hissedip kanı görünce anladı baykuşun onu yaraladığını.yanlışlıkla oldu diye düşündü üzüntüsünü gizlemeye çalışarak ve bundan sonra daha dikkatli olacağına et saatini kaçırmayacağına dair söz verdi uzaklarda havalanan baykuşa.artık alarm kuruyordu sabahları olaydan sonraki gün tam vaktinde vermesine rağmen yine aynı tepkiyi verdi baykuş nitekim öbür günde,öbür günde…kadının üzüntüsü gün geçtikçe artıyordu parmaklarındaki kesikler gibi.korkmaya başladı artık o çok sevdiği ,yuvası olmak istediği baykuşu bu muydu gerçekten sürekli onu yaralayan ve umursamadan aynını yapmaya devam eden bu baykuş onun şefkatle yaklaştığı baykuşu muydu?bir türlü aklı almıyordu olanları,bir şey yapmadığına emindi ona zarar verecek onu bu hale getirecek hiçbir şey yapmamıştı.artık uzaklaşıyordu git gide ondan korkuyordu da gitsin istiyordu.bir gün yaralı parmaklarına bakarken artık et vermezsem gider belki diye düşündü.öbür sabah et vermedi camın kenarına korkarak yaklaştı ve baktı baykuşuna ona yuva olmaya karar verdiği gün geldi aklına.baykuşta uzun uzun baktı ona ve havalandı birden gözden kayboluncaya kadar izledi baykuşunu kadın.planının başarılı olduğuna sevinemedi; baykuşunu kaybettiğine üzüldü,ağlamaya başladı.tam o sırada bir şey çarptı cama ve cam parçaları gözüne geldi kadının çarpan şey de yere ,evin içine düşmüştü ama kadın göremedi ne olduğunu.gözleri çok acıyordu gözlerinden akan kan gözyaşlarına karışmıştı ’’yardım edin!’’ çığlıklarıyla attı kendini dışarı.sesler duyduğunda hastanedeydi ama hiçbir şey göremiyordu.doktorun dediğine göre komşuları baygın halde getirmişlerdi onu buraya.gözleri cam parçaları yüzünden zarar görmüştü ve artık göremeyecekti.’’ağlamayın’’ dedi doktor ’’ gözyaşlarınız acınızın artmasına sebep olacak’’diye ekleyerek.bu bir kabus olmalı, her şey baykuşuma yaptığım kötülük yüzünden oldu diye düşündü kadın.onu kovmasa gitmesine izin vermese bunların hiçbiri olmayacaktı ona göre.tam bunları düşünürken aklına cama çarpan şey geldi ve doktora sordu.aldığı cevap kanını dondurdu baykuş çarpmıştı ve o sert çarpmanın etkisiyle oracıkta ölmüştü,olur şey değildi.kadın sonunda eve girebilmiş,benim bana alışırsa eve de alırım düşündüğüm baykuşum bir et parçası için kendini canından beni gözlerimden etti diye düşündü.hata etmişti kadın yine,yeniden güvenmişti ama bedeli çok ağır olmuştu bu defa gözleri yoktu,kördü artık vefasız menfaatçi bir baykuşa güvenmenin bedelini gözleriyle ödemişti..
baykuş yok oldu…
kadın güvenmeyi bıraktı..
bir hikaye daha mutsuz bitti..
devamını gör...
265.
günler vızır vızır geçiyor ve geri alamıyorum onları bu da beni üzüyor. takvim her baktığımda daha da ilerlemiş oluyor ve ona ayak uyduramıyorum artık . eskisi gibi motive olamıyorum hiçbir şeye ve düşünceye . içimde derin mülahazalar oluyor ve çoğunlukla kaybeden ben oluyorum . bir kişi kendisine sunabileceği değişimi yine kendisi sunabilir ve bunun yegane kaynağı da motivasyon bence . kaybettiğim ama eski dostumu, bir şeyi arıyorum ve içimde yeniden ortaya çıkmayı bekliyor. insanın biraz kendini dinlemesi lazım çünkü kendini yeniden motive edebilmek için gerekli. sevdiğim bir dostoyevski sözü şöyle der;aşkla yapılmış ölesiye bir çalışma, işte gerçek mutluluk. gerçek mutluluk içimizde ama mutsuzlukta sadece seçim bizim.
devamını gör...
266.
bugünkü hikayesi o kadar tanıdık, o kadar çarpıcı ki... durup saatlerce iç muhasebesi yapma ihtiyacı hissediyor insan. kimi hikayelerin tam da böyle, dozunda bir dille yüzümüze çarpılmasına, kulağımıza küpe olmasına çok ihtiyacımız var. onun da benim gibi özel mesajlarla arasının pek hoş olmadığını tahmin ederek buradan teşekkür etmek istedim sadece.
devamını gör...
267.
hayat bazen bunu ister. belki bundan kopamadım hiç senden
benzerliğimizden..
düşmemek için ne kadar çevik hareketlerimiz olsa da , hayat yakamızdan tutup aşağı çektiğinde tutunacak arayışımız olmaz .
kalkmamız gerekir tırnaklarımızı kirletmekten gocunmayız.
salmamız gereken anlar olduysa salacağız, inan bana buna ihtiyacımız varmış demekki.
bazen sadece tavanı izlemek ister insan. insanların yaptıklarından, kendi yaptıklarından, arkasındaki amacı anlayamadığı saçma davranışlardan .
devamını gör...
268.
bugün çeyrek asrı biraz aştın diyorlar bana artık, amma ki yaşadın bir kelebeğe göre. oysa bana yaşamanın böyle ağrılı böyle sancılı böyle daima insanın boğazını düğümleyen bir yumruya dönüşeceği söylenseydi en başta, o ilk yarışı kazanmamak için takılacak bir tümsek yaratırdım kendime.
nankörlük ediyorsun güldüğün vakitlere, seni seven insanların sevgisine de. ailene de nankörlük ediyorsun, koynunda binbir güzellik yaşadığın o anların büyüsüne de. hepsini hepsini diyebilirsiniz bana. bu yazdıkların iki kahkaha arasından dökülen samimiyetsiz satırlardır, böyle de pislik bir adamsın, bunu da diyebilirsiniz.
hayatı sapa bir yokuşu acıyla tırmanmak diye niteliyorsam da size hak vermiyor değilim. güldüm, sevdim, sevildim, telefona elimi her uzatışımda, ucunda beni samimiyetle bekleyen birileri oldu. kahvemi yalnız içmek istemedimse bir yaren beni kucakladı, çay sohbeti çektiyse canım sofrasını açan nice dostlar da buldum. hepsine hepsine eyvallah, hepsine minnettarım.
ama işte hayat tüm bunlara rağmen insanın kalbini yorabilir, hırpalayabilir. insan bazı gece yarıları sarsılarak uyanabilir bunlara rağmen. insan bazı geceyarıları duvarları yumruklayabilir. insan bazı geceyarılarına sığmayarak kendini serin bir pencerenin kanatlarına bırakmak arzusu duyabilir. tüm bunları size anlatabilmeyi nasıl dilerdim. ancak siz beni bir kez anlayasınız diye bu tüm güzelliklerden vazgeçmemi dilerdiniz. siz bu tüm güzelliklere rağmen kalbimi daima bir yarayla tanımladığım için bana nankör bana iki yüzlü bana budala deyiniz.
her şeye rağmen iyi yaşadın uzatma diyorsunuz, duyuyorum. peki her şeye rağmen yaşamak, buna dair bir fikriniz var mı?
neyse kabul, illaki yaşadım, çalmadım ne kelebeklerin ne kuşların ömründen. illaki yaşadım evet, ancak her şeye rağmen. illaki anlayacaksınız, o gün kitapların arasından çıkararak toprağıma bir kelebek bırakınız.
devamını gör...
269.
gitmekten kasıt
yeni bir dünya kurmayı kafasına koydu kadın.çünkü bu dünya ile ilgili ümitleri tükenmişti artık.ne dünyayı değiştirebiliyordu ne de kendini..tam aştığı zorluklara bakıp kendisiyle gurur duyacakken hep daha zor,daha yıkıcı olaylar geliyordu başına .en sonunda dünyanın ona oyun oynadığını düşünmeye başladı ve böyle düşünmeye başladığı günlerden birinde kendi için yeni bir dünya gibi çılgın bir fikri kafasına koydu.geceden bütün hazırlıklarını yaptı yeni dünyasının inşası için gerekli olabilecek her şeyi vardı;sevgi,saygı,hoşgörü,şükür,umut,vefa ,fedakarlık…hepsi.bütün hazırlıkların tamam olduğuna emin olunca uyumak için kafasını yastığa koydu.tüy gibi hafifti ve hemen daldı uykuya,güzel rüyalar görmeyi umuyordu.ama öyle olmadı bir ses duydu kime ait olduğunu bilmediği ama sanki çok da tanıdık bir sesti bu.ona dünyayı neden terk etmek istediğini sordu ses,sakin sakin anlattı olanı biteni bizimki.aynı ses bu defa bir şart koşuyordu ona yeni bir dünya kurabilmesi için.duyduklarına inanamadı önce ama içinde bir yerde sese itaat etmesi gerektiğini biliyor,hissediyordu.olmaz demeliydi yapamam ya da ama demedi,diyemedi ve uyandı.uyandığında olan bitenin bir rüya olduğunu anlayınca rahatladı.ama yine de düşünmeden edemedi sahi gerçekten de bir ses ona yeni bir dünya kurabilmesi için bu dünyayı yıkması,yok etmesi gerektiğini şart koşsaydı ne yapardı,hem nasıl yapardı ki bunu sonuçta bu dünya da yaşamaktan mutlu olan ve burayı seven bir çok insan vardı.yapabilir miydi kendi dünyasını kurabilmek için başkalarının dünyasını yıkabilir miydi,bu kadarını göze alabilir miydi? yaptı…artık yapamadığı ,tutunamadığı bu dünya ile bütün bağını kesip gitti kadın.ardında bıraktığı herkesten bir şeyler de almıştı hem.tıpkı sesin ondan istediği gibi bunları yaparak yıkmıştı bu dünyayı,yok etmişti…kiminin hayatında saygı demekti kadın kiminin sevgi,kedisinin hayatında şefkat,yaşlı komşu teyzenin hayatında merhamet,iş arkadaşlarının hayatında fedakarlık demekti,bakkal amcanın hayatında umut demekti insanların iyi olabileceğine dair umut…ama aldı herkesten tüm bunları verdiği gibi..bu dünyayla bağını kesebilmesinin tek yolu buydu ve yaptı kadın tek ve en büyük bencilliğini yaptı ve gitti.
devamını gör...
270.
hayata tutunmamı sağlayan son bir iki dalım kaldı sözlük. onlar da olmasa cidden kendimi kaybederim. benim için çok değerli son birkaç dal.. artık zor geliyor. tek benim derdim yok evet. tek mutsuz olan ben değilim belki. ama bir amacım, bir önemim yok bu hayatta. boşlukta savrulup duruyorum acımasızca geçen günlerin ardından. bilmiyorum.. bir güne pozitif başlasam illaki bir olumsuzluk çıkıyor. ne kadar gereksiz olduğumu anlıyorum. hayatımda geçen yaklaşık yirmi sene beni bu kadar umutsuz bir hale getirdiyse bundan sonranın güzel olacağına dair inancım da kalmıyor artık. neyi atlattım bitti desem başka bir acı gerçekle yüzleşiyorum. ağır geliyor, kaldıramıyorum. umarım tutunduklarım hep yanımda olurlar sözlük.. yoksa ben ayakta duramam. o kadar güçsüzüm işte. içimde bir yerlerde ufak bir umut parçası var ama bunca karamsarlığıma rağmen biliyorum. o da birkaç kişi sayesinde.
umut sözlük, umut..
devamını gör...
271.
sanırım içten içe deliriyorum. hem sadece içten mi, dıştan da büsbütün sapıttım. bu sabah alarmı ben uyandırmışım, haberim yok. yarım saat bağırdı. tiz sesi hala kulaklarımı çınlatıyor. belki de takvime beni kötülüyordur. onunla da aramız limoni. günleri karıştırıp duruyormuşum. benim suçum mu şimdi hatırlayamamak. günden güne fark etmiyor ki yaşamak.

şahsıma ait yazıdan küçük bir kesit. devamı için link aşağıda.

buradan
devamını gör...
272.
başka bir başlığa yazmıştım ama yok, hiçbir başlık altına gelmiyor düşüncelerim. en iyi karalama defterine gider. çok üzgünüm bu gece. sizinle dertleşesim var. yine uzun olacak. şu hayatımda hiçbir şeyi kısa kesemedim ki zaten.

sevdayı anlatan çok şarkı dinledim ben. jale'nin sevdam acıyor'undan gülden karaböceğin sevsen ne olurdu'suna, bergen'inden emre aydın'ına kadar. hepsinin yeri bende farklıdır, inci gibidirler benim için. lakin bir şarkıyı dinledikçe sizin üzerinizdeki etkisini kaybeder. başlarda şarkıdan alacağınız haz, daha onu dinlemeden başlardı. sonra yavaş yavaş terk eder sizi; hislerinizi yeterince kabartmıştır ve görevini yapmıştır. daha önemsiz olur, listede aşağılara gider. arada açıp anarsınız ama hiç o ilk dinlediğiniz gibi tüylerinizi ürpertmez, yüreğinizi titretmez.

benim bir şarkım vardı. çok özeldi benim için. ben bu olayı bildiğim için de bu şarkıyı çok nadir dinlerdim. çünkü zamanında gerçekten sevmiş olanlar bilirler ki; bir zaman sonra o insanı hatırlarken yüreğinizde hissettiğiniz sızıyı bile özler duruma gelirsiniz. hissizleşmek, insanda peydah olan dünyanın en kötü halidir. ben bu hali hiç sevemedim. sevgisizliği, sevmesizliği hiç sevemedim. daha erken zamanlarda, tüm biralarımı devirecek şarkılar bulmakta mahir olduğum zamanlarda birçoğunu tüketmeyi başarmıştım. pek az şarkı beni heyecanlandırıyordu artık, saçma, anlamsız şarkılar dinlemekten de hiç haz etmediğimden müzik tarzımı değiştirmiştim. doğrusu "sen yorulmuş bi kızsın, madem seni çok istiyolardı öylece ortaya koymasalardı" gibi sözleriyle "sıcak su bardağı çatlatır" gibi boktan grupları sevmiyordum. bunları sevenin de kendisine saygısı yoktur zaten. "gül bahara güz düşmüş gibi, mor dağlara kış vurmuş gibi yüreciğim taş olmuş gibi" diyen sanatçılardan "seni aldım bikere vermicem" noktasına asla gelemezdim, böyle saygısızlıkları tolere edebilmek için yeterince genç hissetmiyordum kendimi.

neyse, yıllar sonra cüneyt ergün'ün "bilinmeyen saat uygulaması" diye bir şarkı çalındı kulağıma. bir yerde duydum, hemen kulaklarımdan kalbime bir yol açıldığını hissettim. adeta cengiz holding şantiyeyi kurmuştu vücuduma; "bu adamın a.na koyacağız" diyordu. ben de hemen şarkıyı bulup kaydettim. iki kere dinledikten sonra şarkıyı sakladım. özel günlerde, ortam kurduğumda, masaya bir yetmişlik açıldığında hala kalbimin olduğunu hissetmek için, birileri sevgilerini masaya yatırdıklarında yalnız hissetmemek için dinliyordum. bir kezdi. dört dakika kırk sekiz saniye bana yetiyordu. azla yetinmeyi bilenler için yeter de artar bile. son zamanlarda dinleyecek hiç şarkı bulamaz oldum. iş yoğunluğu, radyo gibi alışkanlıklarımın olmaması falan derken de iyice hiçliğe doğru yol almaya başlamıştım yeniden. dedim bir açayım şu şarkıyı. çıktım balkona, yaktım sigaramı ve dinlemeye başladım: "seni bir saat ileri almışlar, beni bir saat geri"

tabularımız vardır; bastırdıkça bizi zehirleyen tutkularımız vardır. bunları tutan bir eşik vardır. o eşiği bir kez aşarsanız, bir daha asla o çizgiden geri adım atmazsınız. sizi tanıyan insanlar bu eşiği aştığınızı görür ve "sen çok değiştin" derler. bu olağan bir şeydir halbuki, değişime mukavemet gösteremezsiniz, sizi ittirir arkanızdan. siz direndikçe uçuruma doğru sürükler sizi. zaman gelir, sizi zehirleyen tutkularınız ruhunuzu öldürmeye başlar. daha fazla direnenlerin hali nice olmuştur, görürüz, duyarız bunları. sözler söylenmiştir hakkında, kitaplar yazılmış, ağıtları yakılmıştır. o eşiklerden birini aşmıştım o gece. içimde hapsettiğim, zaman zaman dışarı çıkmasına izin verdiğim tutkumu serbest bırakmıştım. sınırı geçmiştim, büyüyü bozmuştum. geri dönemiyordum, ilkeler yıkılmıştı.

sonra dinlemeye devam ettim. saatlerce dinledim. sigara paketim dibini görene kadar yaktım anılarıma. en dipte kalan anıları canlandırmaya çalıştım. yavaş yavaş kendilerine geliyorlardı. seneler öncesinden bir bakıştı aradığım "son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda" demişlerdi ya, o bakış kalmış aklımızda. mutluydum, yine özlemekten memnundum. yine o tatlı sızıyı hissetmekten, yollar sonra yeniden "her şey çok farklı olabilirdi" diyebildiğim için, "ölüm değilse bizi ayıran, yazık olmuş" diyebildiğim için mutluydum. hissizlikten hislere yolculuk yaptığım için, kalbimdeki o ince titreşimi yeniden duyabildiğim için memnundum. sonraki günler de ara ara dinledim. şimdilerde etkisini kaybetmeye, listede gerilere gitmeye başladığını hissediyorum.

az önce açıp dinledim. beni terk ediyor. şarkıya veda ediyorum resmen. ihanet içinde hissediyorum. dinledikçe kalbimi daha az işlemeye başladı ve o titreşimi duyabilmek için daha fazla dinlemeye başladım. bu işler böyledir, yıkım başladığında durdurmak zordur. yavaş yavaş veda ediyoruz birbirimize. çok üzgünüm gerçekten. derdine koyayımlık bir durum değil. inanın bana çok baba dertlerim var benim. şöyle veya böyle diyerek küçümseyemeyeceğiniz, sessizce dinleyebileceğiniz dertlerim var. lakin sapla samanı karıştıramayız. bunun yeri farklıydı.

onu bir saat ileri, beni bir saat geri almışlardı. zaman bizim düşmanımızdı gerçekten. ben, tüm sevilmeyişimle, kapısından giremediğim bir yüreğin sitemini taşırım. kimselere anlatamadığım gurursuzluğumdur bu benim. cüneyt abi "şimdi kimler sensiz kalır, bilemem" derken sevginin karşısındaki gurursuzluğu yeniden hissederdim. saçlarına bir başkasının dokunamayacağına dair edilmiş tüm yeminlerin yere battığı, artık onun kim bilir kim olduğunun merak edildiği bir dönemin tezahürüydü benim için. yıllar sonra bile bir zamanların sitemiydi. yanlış zamana, yanlış mekana, nasipsizliğe bir ağıttı. çok özeldi benim için. çok üzgünüm.
devamını gör...
273.
hayat, boğulmamak için çırpınıp durduğumuz bir denizdir. birgün denizin dibini görmekse kaçınılmazdır.
devamını gör...
274.


eşliğinde...

hayır! şikayet etmeyeceğim. olan bitenin benim dışımda olduğunu düşüneceğim. harika bir hayat çünkü değil mi? yoksulluk yok. savaş yok. insanın kendi acımasızlığındaki kaypaklığı yok. yine de umut diyeceğim. neye umut beslediğimi bilmeden. gülümseyeceğim güneşi görünce. yağmur dudaklarıma dokununca. çatlamış betonların arasından bir parça çimen çıktığını görünce. şikayet etmeyeceğim. papatyaları kopartmayacağım. aşkın kollarında binaların çapraz yüzeylerine tüküre tüküre yürüyeceğim yollarda da eğmeyeceğim başımı. hayır. hayal kuracağım. olmayacağını bile bile. hayır. nefes alıp vereceğim sizin inadınıza.
devamını gör...
275.
silkinip atmadan yüklerini çıkamazsın yükseğe
biz ki yüklendikçe yükleniyoruz
uçuracak zannediyoruz bizi
sırtımıza taktığımız kanatlar
halbuki düşmemizin yegane nedeni onlar
devamını gör...
276.
yeminleri boza boza başka birinimi sevdin ?
devamını gör...
277.
bu bir rüya olsa keşke, uyansam ki gerçek başka.
devamını gör...
278.
rüya falan değil hepsi gerçek.
devamını gör...
279.
durdu... kafasını kaldırıp, göğe doğru.... şu koca kainatta nereye akmakta olduğunu düşündü...

durdu. gidecek yeri yoktu...
nereden geldiğini de unutmuştu... bir anlık, bir saliselik bu zaman diliminde, kendini unutmuştu...

kimliği....
kim?liği...

unutmuştu..

durdu... ne bir adım ileri ne bir adım geri...

önünde, ardında insanlar, nereye aktığını bilmeden... insanlar...
bir salise öncesine kadar, o da...
lakin durdu... durdu... öylece! öylesi!
durdu... ne bir adım ileri ne bir adım geri... durdu...

yazma yeteneğinin benden ne vakit alındığını bilmiyordum. mecbur takıldığım 5 kişinin ortalaması olma lanetine de inanmıyordum. lakin tuttu. evet bu lanet geldi, en sonunda gizli evrenimi buldu. kalem değil, ruhum, klavye ve müzik üçgeninde. zihnin evrelerinden çıkagelen o çoklu genleri dile döküvermek, en efsunlu sığınağımken... tuttu...
bu lanet, habis bir güç gibi iliklerime kadar yoğurdu.. en baş, müzik evreninden beni soğuttu... ardından.. lanet bu ya, o 5 orta, bir derin efsun muhafız alayı kılındı. ne bir adım ileri ne bir adım geri... tuttu.. bu lanet tuttu.. .artık yazmak ağrısı ne başıma ne ruhuma vurdu... tuttu.
devamını gör...
280.
gemi, sahil, pusula, deniz, hedef...
hepimizin ruh halini bu gibi denizci tabirleri ile anlatabiliriz sanırım.

aylar, günler, haftalar...
yıllar hatta,
sanki hiçbiri birbirine benzemiyor,
sanki her an her şey değişecekmiş gibi,
sanki de hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi.

bir bakmışsın en şiddetli dalgalar üzerine üzerine geliyor,
diyorsun ki işte şimdi battık!
bütün gemi okyanusun sularıyla bütünleşiyor,
ama batmıyor.
sen de ne hissedeceğini şaşırıyorsun.
"batsa iyiydi, ama batmadığına da şükür!"

sonra zaman geçiyor senin o dalga zannettiğin şey,
sana artık dalga gibi gelmiyor.
sonra diyorsun ki: evet bu geminin kaptanı benim!

o an için öyle düşünüyorsun.
sonra farklı bir dalga geliyor.
bu sefer tekrar alabora olma tehlikesi yaşıyorsun.
dertler bitmiyor yani.
ama zamanla daha iyi bir kaptan oluyorsun,
galiba.

yok yahu! yine de zor iş bu kaptanlık!
idare etmek, rota çizmek,
doğru yolu bulmaya çalışmak...

ne olurdu şöyle bulutlar gibi süzülsek...

neyse yeter bu kadar metafor.
bir rota çizildi: market.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim